– Bilmiyorum Başkomiserim.Zannedersem bakanlıktan veya genel müdürlükten de olabilirler.
– İyi de kızım sana birşey demediler mi?
– Yok Başkomiserim bir anda geldiler.gelenleri müdür bey kapıda karşıladı. Daldılar içeriye giriş o giriş. Müdür bey de içeri kimseyi almamam ve telefon bağlamamam konusunda talimat verdi deyince;Başkomiser kapının sağında tüm ciddiyeti ile durup gözü radar gibi boş koridoru tararken kendilerini çaktırmadan dinleyen koruma polisine döndü.
– Evladım sen de mi bilmiyorsun? diye sorunca koruma kendilerine dönüp – Yok başkomiserim deyip,kaşını kaldırıp,eliyle yok ,kafasını da sallayarak vücut hareketleriyle sanki tamamlamak için tüm olumsuzluk tamlamalarını yaptı.
– Ya abi biliyorsun yiyemiyorum,ne olur bir ekmek alsan?
– Zıkkım ye. Sana o kadar söyledik ye,ye diye. Yemezsen işte şimdi böyle kıvranırsın.
– Dün akşamda bir şey yemedim, hadi abi ya altı üstü bir ekmek. Başka bir şey istemiyorum. – Yok bir de isteseydin. Kuru kuru ekmek mi yenirmiş? Beyzademize kebap ısmarlayalım dedi. İki kardeşinin arasındaki diyaloğu dinleyen ortancı kardeş Rüzgar.
Köylü akan bir çay olup köy kahvesini tıklım tıklım doldurmaya başlamıştı. Bayramdan bayrama görünen bu görüntü bayram seyran olmasa da bugün olağan dışıydı. Görüntü bilmeyen bilmeyen için sıradan bir köy kahvesi gibi gözükse de;kalabalık aslında görünmeyen bir sınır çizilmiş taraftarlar gibi kümeleşmişlerdi. İki taraf bıçak sırtı gibi ayrılmıştı. Yeni gelenlerden saflarını tam belli etmeyenlerin ne tarafa gideceği merak konusuydu. Çekimserler iki ara bir derede kalanlardan uyanık olanların birçoğu görünmeyen sınır habitat alanlarına oturmalarından hala ne tarafa mensup veya yakın olduklarını çıkarmaya çalışılıyordu. Kahvenin içindeki tüm köylülerin algı aralıkları bir başka açılmış, gözleri kahvenin genelde hep açık olan gönyesi kaçmış ahşap kapısındaydı. Dışarıda havanın soğuk olmasından kaynaklı kapalı olması gereken kapının önüne kapanmasına engelleyen taş konmuş olup kapının otomatik kapanması için duvar ve kapıya birleştirilmiş olan yay gerilse de kapıyı kapatamamakta…
Birleşik sistemlerin ana salonun dışındaki holde birçok sistemin daimi temsilcileri aylardan beri yürüttükleri lobi faaliyetlerini bugün biraz sonra yapılacak genel kurul öncesi son şeklini vermek üzere yoğun çaba sarfediyorlardı.Artık bıçak kemiğe dayanmış ne yapıp yapıp bugün istedikleri kararları genel kuruldan çıkarmak için canla başla kalan son dakikalarda hala çekimser kalan üyelerin üzerinde baskı kurarak onlarıda yanlarına çekmeye çalışıyorlardı.Yıllardan beridir insanoğlunun yardakcıları olan bu üyelere yanlarına çekmek için denemedikleri yöntem kalmamıştı. Lakin insanoğlunun gazabından korkan bu yalayıcılar bir şekilde karar tasarılarına karşı gelmeseler de güvenli liman olarak sığındıkları koylardan bir türlü kafalarını çıkarıp çekimserliğin ötesine geçememişlerdi.
İşte bu üç cümle geçmişimin finaliydi. The end. Bitti. Kısa ve öz. Her şeyi özetleyen. Yaptım mı? Yaptım. Öldürdüm mü? Öldürdüm. Geri zekalı mıyım? Hemde katıksız. Yok öyle sonradan çırpınmalar. Düştün mü pişmanlık denizine;çaresi yok yutacaksın tuzlu suyu. Hemde midene değil ciğerlerinin en el değmemiş dehlizlerine pompalayacaksın. Zamanı kim almış da geriye sen alabilesin. Olan olmuş,ölen ölmüş. Otuz altı yaşında tanrının yapmayacaksın dediği birinci ilahi emri çiğnemiş katil damgasını alnımın ortasına kör bostan bıçağı ile kazımıştım. Yaşadığım mühletçe hatta öldükten sonra bile toprak olsamda o damga orada kalacaktı. Katil. Katil. Katil mi? Herşey aklıma gelirdi de katil olacağım mümkün değil aklıma gelmezdi. O kadar güçlü ve etkili bir terim benim gibi siliğe mümkün değil oturmuyordu. Dünyanın en usta montaj ustalarını getirsen,en ileri teknolojileri kullansan bile o iş olmazdı. Katil. Ben mi? Ben kim? Adam öldürmek kim? Durun ya kaptırdım gidiyorum. Sizi çok merakta bırakmayayım azıcık kendimden bahsedeyim de bu vahim eylemi yapıp yapamayacağımı siz de bir tartın.
– Osman! Osman! Len oğlum uyuya mı kaldın saat kaç oldu? Aşağı avludan kendini yırtarcasına bağıran Kara Necib’in oğlu Necip Halil’in daha fazla kendini paralamasına gönlü razı olmayan Osman’ın hanımı Habibe terasa çıkıp seslendi.
– Halil abi hoşgeldin hazırlanıyor,üstünü değişiyor şimdi iner. Gel buyur çay koyim
– Yok sağol. Güneş tepeye çıktı sosyete bu senin adam.Ağaç etti beni ha geldi diye iki saattir onu bekliyorum. Hamdi amcam olsaydı katarın birini çoktan sarmıştık.Osman namı değer Gadir Osman kafasını kapıdan çıkarıp
– Ne delleniyon len tokur! Sabah sabah yattığın yerden su mu çıktı?
– Süleyman dayı! Süleyman dayııı! Süley…diye avluda bağıran çocuğun sesi ihtiyar adamın haneyden kafasını uzatmasıyla cümlesini bitiremeden kesildi.Adam avaz avaz bağıran çocuğa az bir sertce
– Ne var len Memet ne diye bağırıp duruyon?
– Süleyman dayı Koca muhtar amca seni çağırıyo.
– Netcekmiş len akşam akşam beni ?
– Ne bileyim ben dayı haber ver de buraya gelsin dedi.
Zemherideyiz.Sıcak yatağımdan cep telefonunun acı çalmasına uyandım.Uyku sersemi el yordamı telefonun sesine gitmeye çalışırken duvardaki saatte henüz gecenin üçü olduğunu görünce kızmam endişeye dönüştü.Bu saatte… İçimden inşallah kötü bir durum yoktur diye dua ettim.Ekranındaki kayıtsız telefon numarası endişemi daha da arttırdı.
_ Alo, buyrun dedim. Yarı hiddet yarı endişeyle.
_ Oğuz bey özür dilerim bu saatte aradığım için derken adamın konuşmasının arasına girip
—Hadi gız, bak bu son. Az daha sık dişini. Ikın, başı gözüktü. Çıktı çıkacak. —Aaaaaa! —A desen çıkıyor, az daha ıkın. Gara gapgara! Amanın hem de saçlı başlı çıkıyor. Çıkıyor, çıkıyor, tamam oldu bu iş… Aney tamamdır. Odada ebe Goca Arap garısının hayret içeren sözleri ile kan ter içinde kalmış, menopozun ilk basamağını çoktan geçmiş, onu tanımayan birisine sorsan bakar bakmaz altmışına merdiven dayamış deyivereceği anam Bohçacı Güllü’nün acı dolu çığlıkları odaya sığmayıp mahalleye taşıyordu. Okumaya devam →
Yaşamın getirdikleri bizler için bu kadar ağırken, anlamlandıramadığı bir hayatı bilinçsizce yaşamak zorunda olanlar için ne kadar zor olacağını düşünüp, empati yapan var mı? Oysa ki onlar her yerde. Katıksız, kuralsız, içgüdüsel, alenen yaşıyorlar. Yaşıyorlar da acaba nasıl? Bu, tamamı zihinsel engelli bir ailenin kimsesiz çocuğu Necip’in romanı. Bozkırda, dağda, bayırda değil, çölde açan bir kardelen. Yaşamın tüm engellerini tek başına, hiçbir dış yardım almadan nasıl aşabildiğinin anlatımı. İtilen, kakılan hor görülen birisinin zirve yürüyüşü. Yapayalnız bir insanın azmi, çalışması, dik durması ile tek başına neleri başarabileceğinin romanı. Necip’i ben çok sevdim. Sizin de seveceğinizden eminim. Yaşam serüveninde, Necip’in çok iyi hayali bir yol arkadaşı olacağını düşünüyorum.
İnsanın iç hesaplaşması biter mi hiç! Geçmişiyle hesaplaşır, geçmişine etki edip geleceğini şekillendirenlerle hesaplaşır; hayatla, yaşamla, yaşananlarla, yaşanamayanlarla, hatta bazen Yaradan’la hesaplaşır içinde. En çok da kendisiyle hesaplaşır… Gün gelir içi dolar taşar, tüm hesaplaşmalar düşünceden eyleme geçer.
Kahramanımızın sıradışı olaylarla dolu hikayesini okurken bakalım siz de hesaplaşacak mısınız kendinizle!
….Kalorifer peteğinin önünde büzülmüş, cımbızla geçmişimi deşiyorum. Minnacık bile olsa mutluluk kırıntısı arıyorum. Ne mümkün! Zerresi yok.
Ne hayat ama!
Beynimin, bilinçaltımın en karanlık gün görmeyen dehlizlerinde ne çok acı, yaşanmışlık biriktirmişim. Bu sarmalı kırmalı, eziklerin en eziği olmaktan kurtulmalıyım. Güçlenmeliyim. Oyunu kuralıyla oynamalı, hatta kuralları ben koymalıyım.
Kral olmalıyım; çıplak gezsem bile kral çıplak diyememeliler. İnsanlar yanığıma, yaralarıma bakmamalı, bakamamalı. Geçmişimle yüzleşmeliyim. Yaşamın zehirli çorbasında tuzu olanları… And içiyorum, cehennemin dibinde olsanız, hepinizi bulacağım. Adalet olup, hak edene hak ettiğini fütursuzca dağıtacağım. Sizi ibret-i alemlik yapacağım.
Ateşi dürtmek için kullandığım sopa ile ateşe vurunca bir tutam küllenmiş kağıt daha kıvılcım saçarak havalandı. Keyiflendim.