– Bilmiyorum Başkomiserim.Zannedersem bakanlıktan veya genel müdürlükten de olabilirler.
– İyi de kızım sana birşey demediler mi?
– Yok Başkomiserim bir anda geldiler.gelenleri müdür bey kapıda karşıladı. Daldılar içeriye giriş o giriş. Müdür bey de içeri kimseyi almamam ve telefon bağlamamam konusunda talimat verdi deyince;Başkomiser kapının sağında tüm ciddiyeti ile durup gözü radar gibi boş koridoru tararken kendilerini çaktırmadan dinleyen koruma polisine döndü.
– Evladım sen de mi bilmiyorsun? diye sorunca koruma kendilerine dönüp – Yok başkomiserim deyip,kaşını kaldırıp,eliyle yok ,kafasını da sallayarak vücut hareketleriyle sanki tamamlamak için tüm olumsuzluk tamlamalarını yaptı.
– Süleyman dayı! Süleyman dayııı! Süley…diye avluda bağıran çocuğun sesi ihtiyar adamın haneyden kafasını uzatmasıyla cümlesini bitiremeden kesildi.Adam avaz avaz bağıran çocuğa az bir sertce
– Ne var len Memet ne diye bağırıp duruyon?
– Süleyman dayı Koca muhtar amca seni çağırıyo.
– Netcekmiş len akşam akşam beni ?
– Ne bileyim ben dayı haber ver de buraya gelsin dedi.
Zemherideyiz.Sıcak yatağımdan cep telefonunun acı çalmasına uyandım.Uyku sersemi el yordamı telefonun sesine gitmeye çalışırken duvardaki saatte henüz gecenin üçü olduğunu görünce kızmam endişeye dönüştü.Bu saatte… İçimden inşallah kötü bir durum yoktur diye dua ettim.Ekranındaki kayıtsız telefon numarası endişemi daha da arttırdı.
_ Alo, buyrun dedim. Yarı hiddet yarı endişeyle.
_ Oğuz bey özür dilerim bu saatte aradığım için derken adamın konuşmasının arasına girip
—Hadi gız, bak bu son. Az daha sık dişini. Ikın, başı gözüktü. Çıktı çıkacak. —Aaaaaa! —A desen çıkıyor, az daha ıkın. Gara gapgara! Amanın hem de saçlı başlı çıkıyor. Çıkıyor, çıkıyor, tamam oldu bu iş… Aney tamamdır. Odada ebe Goca Arap garısının hayret içeren sözleri ile kan ter içinde kalmış, menopozun ilk basamağını çoktan geçmiş, onu tanımayan birisine sorsan bakar bakmaz altmışına merdiven dayamış deyivereceği anam Bohçacı Güllü’nün acı dolu çığlıkları odaya sığmayıp mahalleye taşıyordu. Okumaya devam →
Yaşamın getirdikleri bizler için bu kadar ağırken, anlamlandıramadığı bir hayatı bilinçsizce yaşamak zorunda olanlar için ne kadar zor olacağını düşünüp, empati yapan var mı? Oysa ki onlar her yerde. Katıksız, kuralsız, içgüdüsel, alenen yaşıyorlar. Yaşıyorlar da acaba nasıl? Bu, tamamı zihinsel engelli bir ailenin kimsesiz çocuğu Necip’in romanı. Bozkırda, dağda, bayırda değil, çölde açan bir kardelen. Yaşamın tüm engellerini tek başına, hiçbir dış yardım almadan nasıl aşabildiğinin anlatımı. İtilen, kakılan hor görülen birisinin zirve yürüyüşü. Yapayalnız bir insanın azmi, çalışması, dik durması ile tek başına neleri başarabileceğinin romanı. Necip’i ben çok sevdim. Sizin de seveceğinizden eminim. Yaşam serüveninde, Necip’in çok iyi hayali bir yol arkadaşı olacağını düşünüyorum.
İnsanın iç hesaplaşması biter mi hiç! Geçmişiyle hesaplaşır, geçmişine etki edip geleceğini şekillendirenlerle hesaplaşır; hayatla, yaşamla, yaşananlarla, yaşanamayanlarla, hatta bazen Yaradan’la hesaplaşır içinde. En çok da kendisiyle hesaplaşır… Gün gelir içi dolar taşar, tüm hesaplaşmalar düşünceden eyleme geçer.
Kahramanımızın sıradışı olaylarla dolu hikayesini okurken bakalım siz de hesaplaşacak mısınız kendinizle!
….Kalorifer peteğinin önünde büzülmüş, cımbızla geçmişimi deşiyorum. Minnacık bile olsa mutluluk kırıntısı arıyorum. Ne mümkün! Zerresi yok.
Ne hayat ama!
Beynimin, bilinçaltımın en karanlık gün görmeyen dehlizlerinde ne çok acı, yaşanmışlık biriktirmişim. Bu sarmalı kırmalı, eziklerin en eziği olmaktan kurtulmalıyım. Güçlenmeliyim. Oyunu kuralıyla oynamalı, hatta kuralları ben koymalıyım.
Kral olmalıyım; çıplak gezsem bile kral çıplak diyememeliler. İnsanlar yanığıma, yaralarıma bakmamalı, bakamamalı. Geçmişimle yüzleşmeliyim. Yaşamın zehirli çorbasında tuzu olanları… And içiyorum, cehennemin dibinde olsanız, hepinizi bulacağım. Adalet olup, hak edene hak ettiğini fütursuzca dağıtacağım. Sizi ibret-i alemlik yapacağım.
Ateşi dürtmek için kullandığım sopa ile ateşe vurunca bir tutam küllenmiş kağıt daha kıvılcım saçarak havalandı. Keyiflendim.
Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman, dördüncü kez gelmiş olduğu Macaristan seferinde orta ve Güney Macaristan’ı alarak Tuna Nehri’nin batısındaki Buda şehrinde Osmanlı’nın en yeni Budin eyaletinin kurulması çalışmalarından yorulmuş, günün yorgunluğunu omuzlarında fazlasıyla hissetmeye başlamıştı. Akşam yemeğinden sonra yaptığı şekerlemeden henüz kalkmış, içtiği kömürde pişen acı kahvenin zihnini açıp onu kendine getirmesini bekliyordu. Gün bitse de mesaisi henüz bitmemişti. Akşama nihayetlendirip sonuca bağlaması gereken önemli bir konu vardı.