2011 Libya nın son devlet başkanı Kaddafi’nin ölümünden tam bir düzine yıl geçmiş
olmasına rağmen; savaşan iki taraf ne birbirine üstünlüğünü kabul ettirebilmişler ne de
çatışmalardan harap olan ülkede barış sağlanabilmişti.Ülke başsızlığa düşmeye görsün
iktidarın o muhteşem gücünün cazibesi en antimilitarist insanları bile cezbeder. Bundan gayri
o gücü ele geçirebilmek için her yol mübahtır. Amaca ulaşmak için ne yapılması gerekirse
hunharca yapılır. Acımasızca,gaddarca. İnsan hayatını hice sayarak. Ülke açlıktan, susuzluktan can çekişirken gencecik insanların bedenlerini ekmek ,kanını su diye ortalığa saçarlar.
Tam on iki yıl, dile kolay oniki yıl olmuştu ve bitmiyordu.İşin kötüsü biteceğe de
benzemiyordu.Oyun parkındaki tahterevalli gibi taraflar zaman zaman birbirlerine üstünlük
sağlasalar da görünmeyen eller aşağıda kalanı kaldırıyor ,yukarıya çıkanları da indiriyordu.
İşlerine nasıl geliyorsa o şekilde hareket ediyorlardı. Kendileri güvenli bölgelerdeydiler.
Savaş,acı ,kan kendi topraklarında değildi.Yiten canlarda kendi vatandaşlarının canları
değildi. Taraftar gibi gözükseler bile eğer değişen durumlara göre taraf değiştirmek bile onlar
için çok olağan şeylerdir.Yeri gelirse işi garantiye almak için çarpışan iki tarafla da ilişki içinde
olmak bile onlar için sıradandı. Onlar için bu savaşı kimin kazandığının,senin ülkenin yanıp
yıkılıp harap olmasının hiç uğruna giden yüz binlerce canın,üç dört nesil kaybolan umutların
hiç bir önemi yoktu. Onlar için senin elinden enerji kaynaklarını ne kadar ucuza aldıkları
,karşılığında sana ne kadar silah sattıklarıydı. Gerisi yalnızca teferruattır.
Toplasan yedi milyon civarında olan ülke nüfusu açlığa kıtlığa ,yokluğa mahkumdu.
Neredeyse hepsi aynı dinden aynı ırktan olmasına karşın on iki yıldır bu acımasız savaş
kardeş kardeşi katlediyordu. Bugüne kadar harcanmış ,bir hiç uğruna heba edilmiş
kaynaklarla ülke zenginlik bolluk içinde yaşayabilecekken;bugün ise çatışmaların ülkenin
hemen her yerinde olmasından dolayı ülke harap yıkıntı durumuna düşmüştü.Ülke
Kaddafi’nin zamanından kat be kat berbat durumdaydı.
Neredeyse her aileden bu acımasız savaşa sayısız kurbanlar verilmişti.Dul kalan
kadınlar,kendisinden önce toprağa verilen oğullar,yetimler,öksüzler.Diğer ülkelere kaçıp
mülteci durumuna düşenler;oralarda onur,gururlarını ayaklar altına alarak hayatta kalmaya
çalışan insanlar. Açlar ,ser sefiller. neler neler…
Eğer bir ülkede savaş varsa hele bir de uzun soluklu ise bilin ki o ülkenin insanları gülmeyi
değil tebessümü bile unutmuştur. Kan akan yerde hayat olmaz; olan hayattan da hayır
gelmez.Orası acıların ,yoksulluğun,açlığın ,hastalığın,gözyaşlarının kol gezdiği yerlerdir.
Allah hiç bir ülkeyi savaş denen lanet şeyi nasip etmesin. Hiç bir ülkenin insanları savaşın
insanları olmasın.
Burası Libya.Libya da savaş diz boyu.Uzun soluklu bitişi olmayan maraton koşuyor. Rakibi
geçtim sevincini bitirmeden geçilmek üzüntüsünü yaşayan. Son tepeyi geçtim derken
tepenin ardından başka bir tepe çıkan.Toz ,duman,gözyaşı… Zaman kavramını yitiren,artık
bu çılgınlığın sonun gelmeyeceğini günden güne hissettiren…
2011 de doğan çocukların ellerinde bugün kalem değil silah var.Savaşın en berbat vasfı
çocukların ellerinden çocukluklarını alıp çabuk büyütmesi. Savaşın çocukları.En masumlar.
Savaş o acımasız çarklarına yem olmak için hızla büyüyenler. Oyuncakları boş kovanlardan
olanlar. Beyaz süt yerine,al kanlar içenler.Biberon değil kanayan yaralarını emenler.
Yaşadıklarını Allah’a anlatmakla tehdit edenler. En kötüsü içlerindeki travmaların intikamını
alabilmek için boylarından büyük tüfeklere sarılanlar.
Başlangıcın ergenleri bugün komutan, ilk öğretimdekiler ast komutan,emekleyenler
asker,gözlerini yeni açanlar ise acemi askerlerdi. Dile kolay on iki yıl.
Çarpışma bir ülke vatandaşları arasında olsa neyse. Dünya düzen devletlerinin seçtiği koz
paylaşma,çarpışma alanı olmasından dolayı her milletten savaşçı var. Bu paralı
lejyonerlerden binlerce farklı tez konusu olur. Onların olduğu yerde de anca olsa
olsa,ölüm,acı,gözyaşı bölgeye uzan arap saçı olur.
As olan çıkardır. Aşkta ve savaşta her şey mübahtır. Tabi ucu sana değmediği sürece. Emin
olun değmez. Değdirmezler. Boşuna dememişler ateş düştüğü yeri yakar. Savaşı
yaşamayan empati bile yapamaz. Damdan düşenin halini anca damdan düşen anlar.
Gökdelende,plazalarda yaşayanlar değil anlamak tınlamazlar bile.
Emme velakin işin sonuna geliniyor gibi gözüküyor.Hafter in ulusal ordusu,ulusal mutabakat
mükümet ordusuna karşın bariz bir galibiyete gitmek üzere. Eskiden el altından verilen
destekler son zamanlarda açık açık her şekilde veriliyor.Rusların Wagner paralı acımasız
askerleri ve Fransa’nın lejyonları yan yana olmasa bile,ayrı bölgelerde ama aynı safta Hafter
le beraber omuz omuza savaşmaya başladı.Suudi Arabistan ve Birleşik Arap emirlikleri para
teçhizat olarak her türlü desteği sağlamaktan geri kalmıyorlar.Mısır ise eski general Sisi ile
Hafter in arasından zaten su sızmıyor.
Savaşın bu noktaya gelmesinde Türkiye’deki seçim ortamının belirsizliği sonucunda
Türkiye’nin ulusal mutabakat hükümet kuvvetlerine yeterli desteği verememesinin etkisi
büyüktür.BM lerce ve birçok devlet tarafından meşru hükümet olarak kabül edilen Mutabakat
hükümeti köşeye sıkışmış durumda.En büyük askeri desteği veren Türkiyenin Libya’dan
elini ayağını çekmesi kendilerini çok zor durumda bırakmıştı; artık yenilgi kaçınılmaz
gözüküyordu. Değişen durumu gören yetkililer her ne kadar Hafter ile bir ateşkes anlaşması
yapmak istemişlerde de, artık çok geçti. Karşı taraf hiç bir şekilde anlaşmaya yanaşmıyordu.
Ateşkesin yalnızca tam teslimiyetle mümkün olabileceğini bildiriyorlardı.Tam teslimiyet. Bu
ise idam hükmüydü. Savaşarak onurlu bir ölümü; teslimiyet ise yok olmayı ancak bir süre
ertelemeyi sağlardı. Her iki seçenek te birbirinden beteredi. Kısaca bu iş artık bitmiş
gözüküyordu.Son kale Trablus un tüm dış mahalleleri çoktan Hafter güçleri tarafından ele
geçirilmişti;sıkışa sıkışa artık kımıldayacak yer kalmamıştı.
Karşı tarafın belki de bunca yıldan sonra olsa gerek artık acıma diye bir duyguları
kalmamıştı. Mutabakat ordusu şehirde sıkıştıkça karşı taraf daha fazla pres yapıyordu.İbre
kendilerinden yanaydı ve bu fırsatında ellerinden kaçıp gitmesini istemiyorlardı. Alt tabanı
onbeş yirmi kilometre kare bir alan kalmıştı ve bunun artık bitmesi gerekiyordu.
Mutabakatcılar için ise ümitsizlik kendilerini ele geçirmiş olsa bile ellerinde son kalan
değerleri onurlarına sarılmışlar son kurşuna kadar dayanacağız andı içmişlerdi.Her yerden
abluka altındaydılar. Deniz bile Hafter in kuşatması altındaydı.Artık geriye anca bir canları bir
de onurları kalmıştı. Savaşın içinde pişmişlerdi ve işte canlarını alsalarda onurlarını
ellerinden alamayacaklardı. Şehrin tüm alt yapısı gibi iletişim ağı da çökertilmişti.Ne olurdu
sanki şu son anlarda son bir kez sevdikleri ile bir telefon görüşmesi yapabilseler ,helallik
alabilselerdi. Üç günden beri açlardı ama bu açlık sevdiklerine olan hasret açlıklarının
yanında solda sıfır kalıyordu.
Ümit veya umut artık ne dersen insanın elindeki en motive edici olgudur. Eğer gün gelir
umudunu da kaybedersen işte o zaman artık hayat sana kabusa dönüşür. İşte şu an artık
Mutabakat hükümeti tarafları için gelinen nokta aha tam da buydu.Artık bu sarmaldan
kurtulabilmek imkansızdı. Kaçınılmaz son artık çok yakındı ,her an bir son öldürücü darbe ile
bu iş sonuçlanabilirdi. Herkes bunun farkındaydı.
Ortalığı ölüm sessizliği kaplamış kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.Kaç gündür şehre
dışardan en küçük bir takviye aracı gelmediği için açlık çoktan başını almış yürümüştü. Evler
,dükkanlardaki hemen herşey bitmişti.Zar zor bulunan bir şeyler şu ana kadar adilhane
dağıtılsa da artık dağıtılabilecek en küçük bir şey kalmamıştı.Şehir denizden karadan ,hatta
havadan günlerdir abluka altındaydı.Son vuruş için niye bekliyorlardı ki? Acı çekmeleri ,can
çekişmelerinden zevk mi alıyorlardı?Yoksa canlarından başka kaybedecek birşeyi olmayan
kimseler olduklarını artık anlamışlar da kayıp vermemek için beklemeyi pes edip teslim
olmalarını mı zorluyorlardı? Neyse neydi?
_ Abdullah abi ne dersin bugün saldırırlar mı sence?
_ Ne bileyim kardeşim adamlar çoktan oyunun sonunu gördüler, kedinin fareyle oynadığı gibi
bizimle oynuyorlar .
_ İyi de kardeşim ne kadar beklerler sence?
_ Ya ne bileyim? Diğer tarafa gitmeyi çok istiyorsun herhalde. Nedir bu acelen, bu kadar seni
huzursuz eden?
Ya orasıda var ama ben artık açlığa dayanamıyorum, dört gün oldu boğazımdan birşey geçmeyeli. Sanki biz farklıyız. Gördüğün gibi dayanıyoruz ,dayanmak zorundayız; öyle kolayca teslim
olmak yok. Onlara son anda bile postumuzu pahalıya satmalıyız. Yoksa şehit olan onca
arkadaşımız ,yakınımız, çekilen bunca acı diğer tarafta yakamıza yapışır hesabını sorar.
_ Ben teslim olalım demiyorum. Ben de son santimine kadar çarpışalım diyorum ama en
azından gücümüz yerindeyken diyorum. Valla bir kaç gün daha böyle beklersek korkarım
parmağımızı oynatacak gücümüz kalmayacak.
_ Orası öyle ama yapacak birşey yok. Taarruzun zamanını biz değil onlar karar verecekler.
Bizim beklemekten başka şansımız yok.
_ Niye onlar karar veriyor ? Taarruzu biz başlatıp verebileceğimiz zararı verip şehit olsak
olmaz mı?
_ Olmaz.
_ Niye ki?
_ Çünkü biz savunmadayız. Onlar taarruzda. O dediğini yaparsak yarım saat sürmez bizi
ekin gibi biçerler.Ağır silahlar onlarda. Bizde ne kaldı ki?Tankın üstüne mi gideceğiz, yoksa
makinalıların üstüne mi?
_ Yani ?
_ Yanisi sabredip bekleyeceğiz. Hem o kadar da ümitsiz olma. Çıkmamış candan ümit
kesilmez. Bakmışsın Allah bize bir fırsat daha veriverir.
_ Yok kardeşim bu iş çoktan bitti. Bizim şu anda yaptığımız yalnızca uzatmaları oynamak.
Maçın galibi çoktan belli.
_ Niye sen hiç uzatmalarda gol atıldığını görmedin mi?
_ Maç çoktan bitti. Üç dakikada kaç gol atacaksın ki? Biz kaybettik bu işi. deyince Abdullah
Fahir e bakarak
_ Fahir biz düşmeden bu iş bitmez .Henüz son düdük çalmadı, oğlum maç devam ediyor.
Yenilsek bile ezilmedik.
_ Bekle ezilmedik koca bir ömrü heba ettik, hemde bir hiç uğruna
_ Ne diyorsun sen ya heba etmek ne demek? O nasıl bir düşünce öyle?
Nasılı var mı? Yıllardır ne için savaşıyoruz sence ? Ne için olacak? Elbette vatanımız için .
_ Vatanımız içinmiş… Peki kiminle savaşıyoruz, daha doğrusu onlar ne için savaşıyor?
_ Yani
_ Yanisi falan yok. Onlara da sorsan onlar da vatanları için savaşıyorlar; ama yanılıyorlar her
iki tarafta bir hiç uğruna savaşıyor. Bunu eninde sonunda anlayacaklar, ben çoktan anladım.
_ Oğlum sen iyi misin? Giderayak herhalde kafayı yedin. Karnın aç kaldıkça beynini yemeye
başlamış gibi.
_ Hiç de değil ben uzun zamandan beri bu konuları kafamın içerisinde dolandırıp duruyorum.
Korktuğum için kimseye birşey söylemedim. Sana bile. Artık korkmuyorum. Ölmüş eşek
kurttan korkar mı? Zaten şunun şurasında Niyazi olmamıza ne kaldı ki?
_ Ya bak Fahir ileri geri konuşup kafamı bozma. Ne demek Niyazi olmak? Biz ölünce şehit
olacağız oğlum. Lakin sen böyle konuşmaya devam edersen; Niyazi olacağından emin
olabilirsin.
_ Niye doğruları söylemek yanlış bir şey mi? Artık hiçbirşey beni korkutmuyor. Herşeyini
yitirmiş biri olarak elimde kalan tek canım var. Bu kadar çok şey kaybeden biri canını
kaybetmekten korkar mı zannediyorsun? Dur ben sana anlatayım ondan sonra götün yiyorsa
sıkarsın bir tane, hiç olmazsa ölümüm en yakın arkadaşımdan olur.
_ Anlat ülen neymiş şu senin koduğum doğruların? Deyiver hele
_ Anlatayım kardeşim, anlatayım da sen de öğren.Öncelikle vatan için savaşma
meselesinden başlayayım. Savaştıklarımız kim ? Başka ülkenin vatandaşı mı? Hayır.Hepsi
de Libya vatandaşı. Bu lanet savaş başlamadan önce yıllarca aynı okullarda beraber
okuduk. Aynı marşı söyledik. Aynı bayramlarda birbirimizle bayramlaştık. Aynı kışlalarda
askerlik yapıp aynı ülkenin sınırlarında nöbet tuttuk. Biz farklı kılan neydi de on iki yıldır
birbirimizi boğazlıyoruz.Neyi paylaşamıyoruz? Aynı ülkenin vatandaşları değil miydik?
Hastaneye gittiğimizde hangimiz sen hangi kabiledensin,dinin ,mezhebin ne diye
soruyorduk.Mahkemeye çıktığımızda bu hakim falanca kabileden; kabul etmiyorum mu
diyorduk.Kim kimin ırkına, mezhebine bakıyordu; ki genelde büyük çoğunluk, neredeyse
hepimiz arabız. Bu savaş niye? Kardeş kardeşe boğazlamak buna denmez de neye denir?
Şimdi karşı taraf kazanıyor gibi gözükse de sence kazanıyor mu? Savaşta herşey mübahtır
acaba onlar kazanmak için ruhlarını kimlere sattılar? Kazandık dedikleri şeyler ne olacak ?
Yanmış yıkılmış bir ülke. On iki yıldır savaşın içinde yaşamak zorunda kalan travmalar içinde
bir toplum.Hayatı okullarda öğrenmek yerine savaş meydanlarında kanın, barutun içerisinde
öğrenmek zorunda kalmış her biri ayrı bir psikopat olan gençlik.Bu maddeleri uzat
uzatabildiğince. Don lastiği gibi çektikçe uzayan ama çıkan görüntü açıkta kalmış hayalardan
başka birşey olmayacak.
Boğaza kadar borç batağına gömülmüş bir ülke. Çıkmamış petrollerinden tutuverde ülkenin
tüm geleceğinine konulan ipotekler.Bu mu kazanmak? Hadi biz ölüp gideceğiz geride
kalanların işi emin ol çok daha zor olacak. Bu yıkım öyle üç beş yılda düzelmez. Zaten onlar
düzelteceğiz ülkeyi tekrardan imar edip kalkındıracağız deseler de sahipleri buna izin
vermezler.
İstedikleri kadar yıkasınlar kardeş kanından ellerini temizleyemezler. Kanın kendisi gitse
kokusu kalır.Hepimiz topu topu zaten yedi milyon insanız. Neyi paylaşamadık da bunca yıldır
birbirimizi boğazlıyoruz. Bunu kim düşündü.Attığımız her bir kurşunun parası ile bir ağaç
fidesi dikebilirdik. Bu lanet savaşa harcadığımız parayı ülkemizin imarına ,peyzajına
harcasaydık emin ol bugün bu ülkede çöl bile kalmaz,her yer yemyeşil olurdu.Anaların
,çocukların akıttığı gözyaşlarıyla aha o tüm dikilen ağaçlar da sulanırdı.
Kaddafi nin çok şeyini hiç tasvip etmemiş olmama rağmen şimdi zamanı geri alma şansımız
olsa kim bugünü isterdi ki. Neyimiz eksikti?Yanlışları olsa bile hiç bir yanlış savaşla
karşılaştırılamayacak kadar yanlış olamaz deyince Abdullah,
_ Ülen yıllarca Kaddafi’nin yaptıklarından dem vurup durdun. Şimdi Kaddafi yi mi övüyorsun?
_ Kaddafi yi övmüyorum ama o bile bu savaşın yanında süt beyazdı diyorum. İkisi farklı
şeyler.Bir şeyleri değiştirmenin yolu çatışmak ,savaş olmamalı. Kan hiçbir şeyi temizlemiyor,
beteri daha da beter yapıyor. Onu anlatıyorum. Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa
konuşa. Bunu söylüyorum.Değişimi yapmanın bin yolu varsa, savaş da binbir ise; binbir
çeşidin en kötüsü,en acımasızı,değişimi gerçekleştirse bile artık başlangıçta önemli olan
şeylerin hiç bir önemi kalmıyor.
_ Niye? Şimdi biz boşuna mı savaşıyoruz ? diye sorunca
_ Sen anlamıyorsun veya anlamak istemiyorsun.Mesela sana şimdi şunu desem sen ne
dersin? Sana Ahmed ile Necla yı geri vereceğiz; sen de teslim olup Libya yı terk edeceksin
deseler, ne yaparsın acaba? Ahmed ile Necla Abdullah ın ikiz çocuklarıydı ve bir havan
mermisinde Abdullah ın annesi ve babası ile birlikte ölmüşlerdi. Markete ekmek almaya
giden karısı Lütfiye eve döndüğünde ev yerine enkaz yığını bulmuştu.Bu travmayı
atlatamayan Lütfiye yarı ölü gibi Abdullah ın kız kardeşinin evine sığınmış hayata küsmüştü.
Abdullah Fahir in verdiği örnek ile adeta kendini kaybetti.
_ Bana bak Fahir, adam gibi konuş. Zaten kafamın tasını attırdın salak sulak şeyler söyleyip
durma,tutamayacağım kendimi sonra sonu fena olacak.
_ Kardeşim alınma, sakin ol. Amacım senin yaralarını kaşımak değil. Biliyorsun Necla ile
Ahmed benimde çocuklarım gibiydi. Kendi çocuklarımdan ayırmazdım. Halid ile Halime yi
nasıl yandıysam; emin ol Ahmed ve Necla içinde aynı derecede yandım. Sen sorduğuma
cevap ver. Artık neyin önemi kaldı ki. Halid ve Halime de Fahir in kuzenleri idi. Halid
çatışmada ,Halime ise sığındığı yerde seken bir kör kurşunla ölmüşlerdi.
_ Hadi Abdullah bırak artık onu bunu,kendini kasma. En azından şu siktiğimin son
gecesinde. Ahmed ile Necla mı; yoksa dünyaları mı veya aha Libya nın tamamı mı?
Hangisini. Sen onu söyle.Abdullah gözyaşlarını silerken gardını düşürdü herşeyden çok
sevdiği çocuklarını bir an olsun görebilmek için ,o sıcacık aile yuvasını ,lavanta yağı kokulu
karısını görebilmek için değil dünyayı herşeyi verebilirdi. En başta kendi canını.
Abdullah imanı kuvvetli birisiydi. En olumsuz şartlarda bile namazını niyazını eksik bırakmaz
,bir dilim ekmekle sıcağın altında, siperlerde bile orucunu kaçırmazdı.Hayır ve şerin kısaca
herşeyin Allah’ın isteği ile olduğunu inanır,ondan her ne gelirse gelsin sorgusuz kabul
ederdi.Ama şimdi Fahir in ısrarla cevabını istediği soruyu çok bir zaman kendisi de kimselere
bahsetmeden kendi içinde sorgulamıştı.
Bazen kendini Allah’a isyan ederken bulmuş.Af dilemiş nafile namazları kılıp,oruçlar
tutmuştu.O da bir beşerdi ve eskiden filmlerde gördüğü birçok şeyleri son yıllarda birebir
tecrübe etmişti. Haddinden fazla ölüm, çok kan toz görmüştü.Hem ölümler öyle filmlerdeki
gibi kurşunu yiyince daha yere düşmeden ölmek tarzında olmuyordu.Gercekte çok farklıydı.
Ölümler bağıra bağıra ,inleye inleye,can çekişerek; yaralar afrika sıcaklarında kurt
atarak,kangerene dönerek,uzun soluklu yavaş yavaş,sindire sindire oluyordu.Hele hele birde
fakir ülkenin askerleri isen ölüm bile taksit taksit geliyordu. Yapılabilecek birşey yoktu .Ölen
acılar içinde bağıra bağıra giderken kalan sağlarda bu anın her bir saniyesini işte o yaralı
ölmekte olanla yaşamak zorunda kalıyordu.Hadi ver ordan bir morfin acısını dindirelim en
azından şehit olurken huzur içinde ölsün denilmiyordu. Gariban askerler nasıl yaşadılar ise
aynen öyle ölüyorlardı.Askerler veya erkekler hadi neyse ya ölüm yolculuğundaki bir
çocuksa işte o zaman o bir kez başındakiler ise bin kez ölüyorlardı,meleklerin ölümü çok acı
oluyordu.En militarist kişi bile bunu katlanamıyordu.
Abdullah askerdi.Her türlü ölümü görmüş olmasına rağmen bir kendi sevdiklerinin ölümlerini
görememişti.Cenazelerinde bulunamamış ,kabirlerine bir avuç toprak atamamıştı. Ama Fahir
gibi o da ister istemez bir çok şeyi kendi içinde sorgulamıştı ama Fahir kadar içindekileri
dışarıya vuracak cesareti hiç olmamıştı.Fahir zaten oldum olası rahat bir karakterdi. O bile
olan biteni bu kadar sorgulayıp dışa taşırmaya başladıysa demek ki kendisinin de Allah’a
isyan olarak gördüğü iç sorgulamaları gayet normaldi. Lakin o dışa Fahir gibi yansıtamaz,
yansıtırsa tüm benliğine ,yaşamına ,birikimine inkar edecekmiş gibi geliyordu.Birden
_ Herşeyden vazgeçerim. deyiverdi.Bir süreden beri suskun olan kendini ölümle tehdit eden
Abdullah ın birden her şeyden vazgeçerim demesine bir anlam veremeyen Fahir
_ Efendim ? dedi arkadaşına.Abdullah
_ Eğer Ahmed ile Necla m geri geleceğine bilsem herşeyden vazgeçerim.Libya dan da
,hayatımdan da. Her şeyden. Köle olurum. Bok çukurlarında ,dipsiz kuyularda ,prangalı
zindanlarda yaşamayı kabul ederim. Herşeyi herşeyi kabul ederim deyip katıla katıla
ağlamaya başladı.Arkadaşının ağlamasına pek şahit olmayan Fahir elindeki silahı yana
koyup Abdullah a yanaşıp sarılmak için ellerini Abdullah ın omzuna doladığında; Abdullah
sert bir hareket ile Fahir in ellerini savuşturdu.Fahir tekrar denese de tepkisi aynı oldu.
Dördüncü denemesinde iki arkadaş kucaklaştılar her ikisi de katıla katıla ağlıyordu.Belki
ömürlerinin son gecesinde biraz sonra gidecek canlarını değil ,daha öncesinden gitmiş olan
cananları için ağlıyorlardı.Artık kendilerine gem vurmaları, kasmalarına gerek duymadan
katıla katıla ağlıyorlardı.Yitirdikleri yakınlarına,kucaklarında can veren silah
arkadaşlarına,geçmişin anıların yitip gitmesine, viraneye dönen ülkelerine ve acılar içindeki
halkları için ağlıyorlardı.Daha ağlamak için çok şeyleri vardı ama başcavuşun buna
müsemma göstermeye hiç niyeti yoktu,Karşıdan bağrım bağrım bağırıyordu.
_ Lan Abdullah,Fahir yatın lan aşağı,ne oluyorsunuz?! Oğlum hedef oluyorsunuz yatsanıza
lan aşağı?! Abdullah! Abdullah ! Gelmeyeyim yanınıza yatsanıza lan! diye kendini yırtan
başçavuşun bağırışı kendilerine getirdi. Tekrardan duvarın dibine çöndüler.Başcavuş hala
bağırıp kendilerine küfrediyordu.Adam aslında kendince haklıydı biraz önceki yapmış
oldukları hareket sniper ların arayıpta bulamayacakları şeydi. Eğer karşı sniper biraz dikkatli
olsa her ikisini tek bir atış da al aşağı olabilirlerdi. Allah’tan şansları yaver gitmiş başçavuşun
yırtınması bile sniper ı uyandırmamıştı.Abdullah
_ Tamam komutanım. Sıkıntı yok. İyiyiz biz! diye hala bağırıp çağıran başçavuşa
seslendi.Sonra da Fahire dönüp
_ Fahir sokacağım senin sorgularını da sana da. Ne yaşıyorsan içinde yaşa kardeşim az
daha ikimizi de öldürtüyordun.
_ Biz zaten ölmüşüz oğlum,ölmüşüz de ağlayanımız yok
_ Siktir git öldürteceksen öldürt kendini. Yeterki sus artık.
_ Kardeşim haklı olduğumu biliyorsun. Kabul et sende kendi içinde bu yaşadıklarımızın
muhasebesini yapmışsın. Sen ne dersen de ben biraz önce sorumun cevabını aldım. Sen
istediğin kadar inkar et,herşey ortada .
_ Oğlum birşey inkar ettiğim falan yok. Yalnızca içimizdekiler ile yaşamak zorundayız. Bir
zaman oluyor ki doğrunun yanlışın pek bir önemi kalmıyor. Giden gitmiş artık geri
getirebilmenin ne bir yolu ne de mümkünatı var. Bize düşen yalnızca bunlarla yaşamak
zorunda olduğumuzu kabul etmekten başka bir seceneğimizin olmaması.
_ Yani ölen ölsün, kalan sağlar bizimdir diyorsun öyle mi?
_ Sen bu dediklerimden bunu mu anladın yavşak?
Ne yi anlamam gerekiyordu? Bizler çölde birer kum tanesiyiz diyorum. Bu olayların bu noktaya gelmesinde ne gibi bir
etkimiz olabilirdi ki . Neyi değiştirmeye gücümüz yeter. Bizler kendi halinde yaşayan sıradan
vatandaşlarız.Olaylar bizim dışımızda gelişiyor. Biz de çaresiz gelişen değişen durumlara
ayak uydurmaya çalışmaktan başka bir şey yapamayız.
_ Tam da sana göre bu anlattıkların. Çölü o minnacık dediğin kum taneleri oluşturuyor.
Hayatta önemsiz olan hiçbir şey yoktur. Neyin önemili olduğunu zaman ve mekan belirler.
Yanan ateş de bir kıvılcımın hükmü yoktur; ama cephanelikte bir kıvılcımın büyük değeri
vardır. Önemsiz hiç bir şey yoktur.Eğer biz ülke vatandaşları vakti zamanında gerekli
davranışları sergileyebilseydik bugün bu durumda olmazdık. Nedensellik hiç değişmeyen
ilahi kavramdır. Etme bulma dünyası diye boşuna demiyorlar.
_ Ne yapabilirdik ki?
_ Neler yapamazdık ki? Bak bugün nasıl yapıyoruz ? Yıllardır elde silah o cephe senin bu
cephe benim koşuyoruz ,hemde canımız pahasına.Vakti zamanında devletten ,kolluk
kuvvetlerinden korkmayıp yapılan yanlışlara ülke vatandaşları olarak tepkimizi
gösterebilseydik, bugün bu durumda mı olurduk? Hem ortaya koyacağımız canımız değil,üç
beş kuruşluk yaşam standartlarımız, alışkanlıklarımız olurdu.Hangi devlet milleti protesto etti
diye halkını asıyor? Zamanında üç beş gün hapis yatmayı,işlerimizin bozulmasını göze
alamadığımız ,yanlışa yanlış diyemediğimiz için bugün onun bedellerini ödüyoruz.Ülke
kaynaklarını çöllere otoban yapılması,lüksün dibine vurulması gibi salak sulak şeylere
yatıran yönetimlere ,yanlış yapıyorsunuz bu kaynaklar insanlar ,hepimiz için önce insana
yatırım yapmalısınız diyebilseydik…Lüxe ,tedavülden kalkmış silahlara ,uçaklara belirli
zümrelere aktarılan kaynakları okullara,eğitime,teknolojik argelere insanların refahı için
harcamalısınız diyebilseydik bugün bu durumda olmazdık.Hem biz hem de karşı taraf,
savaştıklarımız.Onlarda aynı bizim gibiler aynı ülkenin vatandaşları her ikimizde sözüm ona
Libya nın iyiliği için birbirimizi boğazlıyoruz ne garip değil mi? Savaşan her iki taraf da aynı
amaçlar uğruna savaşıyor,amaç aynı,hedef aynı.O zaman burada gözden kaçan bir şey var.
Niye aynı amaçları ulaşmak için en kötü yolu, savaşı tercih ediyoruz? Bence bunu
sorgulamamız lazım.Diğer gelişmiş modern ülkelerin vatandaşların hepsi aynı mı
düşünüyorlar .Onlar niye farklılıkları kendi aralarında savaşarak çözmüyorlar? Sana
söyledim farklılıkları çözümlemenin,ortak bir payda da buluşabilmenin bin bir yolu var ,onlar
bin yolu denerken biz ve bizim gibi ülkeler niye en kötüsü son seçenek savaşı deniyoruz.
Üstelik elimizde tarihler boyunca denenmiş ve sonuçta iç savaşı yaşayan ülkelerin ülkelerinin
harap olması en az üç nesilin heba olmasından başka bir işe yaramadığı görülmüş olmasına
rağmen.
_ A uzattın da uzattın ne yapalım yani,şimdiye gel elden ne gelir?
_ Nedenleri irdelemeden sonuca varamazsın kardeşim. Şimdi ölmekten başka çaremiz
yok,Niyazi olacağız başka bir yolu yok.
_ Bak Fahir iki de bir Niyazi olacağız deyip durma harbi seni Niyazi yapacağım.
_ Eh diğer tarafa gittiğinde Fahir dediydi dersin o zaman anlarsın bok yoluna gittiğimizi.Len
yoksa sen diğer tarafta seni huriler bekleyecek falan mı zannediyorsun? Aha huriler
sana.deyip eli ile ayıp hareketi yaptı.
_ Bak Fahir inan sabrımı zorluyorsun bir git şurdan bak orada hendek var git orada
bekle,kafa koymadın bende.
_ Ya Abdullah laflıyoruz şunun şurasında belki bu son gecemiz,geldik gidiyoruz hiç bir
muhasebesini yapmayalım mı?
Git orada ne muhasebeni yapacaksan yap. Beni karıştırma ben dua edeceğim. Kafamın içine ettin. Yapman gerekenleri yapma sonra aç iki avucunu dua et, topu Allah’a at.Sen önce üstüne
vazife olanları yapsaydın bugün bu durumda olmazdın. Allah aklı fikri ne diye vermiş? Kullan
diye.Sen kullanma kullanma sonra sıkışınca Allahım kurtar yardım et ,Yanlış anlama bu
söylediklerim bir sana değil hepimize.
_ Yok oğlum sen dinsiz, kitapsızsın. Asıl sen düşün diğer tarafta başına gelecekleri.Bence
senin bu panikliğin başıma felsefeci kesilmen bundan. Hadi söyle korkuyorsun değil mi?
Böyle yarım yamalak mümin olmakla,sınavı gecemeyeceğinden cehennemden korkuyorsun
değil mi? deyince Fahir kahkaha ile öyle bir güldü ki Abdullah dan önce yine başçavuşun
küfürlü bağırması duyuldu.Başçavuş ikilinin saçma sapan hareketlerinden,en olmayacak
zamanda Fahir in gecenin sessizliğini yırtan kahkahasından nem kapmıştı.
_ Siz muhteşem ikili ne bok yiyorsunuz orada .İçki falan mı içiyor sunuz. Ot mu çekiyor
sunuz, yoksa kafayı mı yediniz lan ! diye bağrım bağrım bağırıyordu ki artık adamın
bağırmasına duyan Abdullah da kahkaha atarak gülmeye başlamıştı ki; bir anda gecenin
sessizliğini bozan bu kahkahalar ve bağrışmalardan karşı taraf rahatsız olmuş olmalı ki
ortalığa cehenneme döndüren ateşe başladılar.Bu tarafın tamamı bulundukları yerlerde
toprağa yapıştılar yağmur gibi mermi geliyordu. Hepsi siperlerde olsalar bile seken bir serseri
kurşuna hedef olmamak için bulundukları yerde küçüldükce küçülmüşlerdi. Yaklaşık beş
dakika üzerlerine dolu yağarcasına mermi yağdı.Bu tür durumlara alışkındılar; insan buna
nasıl alışabilirse? Ateş furyası geçtikten sonra bir süre daha hiç kımıldamadılar yine
başçavuşun sesi duyuldu.
_ Ulan siz ikiniz sabah olsun sizin belanızı s.keceğim diye başçavuş veryansın
ediyordu.Fahir
_ Yapar mı sence ? diye sordu.Abdullah
_ Hiç bir bok yapamaz. Sabahı çıkacağımızı Allah bilir.Bak bunca atışa tek kurşunluk cevap
veremedik mühimmat nanay. Herifci oğulları kıçlarını kaldırıp hücuma geçseler yarım saate
işimiz biter. Bence kaybı göze alamayacak kadar kendilerinden eminler köftehorlar. Nasıl
olsa ellerindeyiz biliyorlar, bekliyorlar.Beklesinler bakalım çıkmamış candan ümit kesilmez
dedi Fahir.
_ Diyelim ki bir mucize oldu zor da ,hani diyelim ki olmayacak oldu ve bu çemberden
kurtulduk. Ne yapmak isterdin?
_ Yok oğlum biz buradan çıkamayız bu iş çoktan bitti.
_ Ya farzet ki oldu. Artık sonu gördük. Aha beraber yaşıyoruz ve bu tuzaktan kurtulduk hatta
savaş bitti, anlaşma yapıldı ne yapmak isterdin ?
_ Düşüncesi bile güzel hadi diyelim ki dediğin oldu ve bu kuyudan çıktık hemen Lütfiye yi
alır buralardan giderdim.
_ Nereye gideceksin?
_ Nereye olursa olsun uzaklara belki avrupaya,ispanya ya dedim ya neresi olursa olsun.
_ Ne garip değil mi? Yıllardır bu ülke için savaşıyorsun ama neyi hayal ediyorsun? Başka bir
yere, buradan uzaklara gitmeyi.Kara komedi gibi.
_ Yani farklı bir bakış açışı olsa da doğru söylüyorsun.Gitmeyip ne yapayım.Çocuklar yok bir
sürü yakınımızı bu lanet savaş da yitirdik. Lütfiye yaşadığı travmaların etkisinde yarı ölü gibi.
Kendimi hiç söylemiyorum bile. Ne yapayım,buralarda kalıp da yaşadıklarımızı hatırlatan
şeylerle mi kalan ömrümü geçireyim ? En iyisi gitmek. Yeni bir başlangıç. Gözden ırak olan
gönülden de ırak olurmuş.Son on iki yılı anımsatacak hiç bir şeyi görmek istemiyorum.
_ Sence gidince bunları geride mi bırakacağını zannediyorsun?
_ Elbette değil ama mutlaka bir farklılığı olacaktır.
_ Hiç bir farklılık olmayacak. Nereye gidersen git her şey seninle beraber gelecek. Hiç bir
şey geride kalmayacak.Gittiğin yerlerdeki cekeceğin ekstra çileler yanına kar kalacak.
_ Tamam beni geç şimdi sen söyle sen ne yapacaksın?
_ Valla ben aktivitis olacağım, hemde en berbatından.Bundan sonra yanlış gördüğüm her
şeyin yanlış olduğunu söyleyeceğim. Avazım çıktığı kadar kral çıblak diye bağıracağım. Bir
daha ülkemin halkımın bu acıları çekmemesi için ne gerekiyorsa fazlasını yapacağım. Artık
koyun olmadığımı dünya aleme duyuracağım.
_ Bu dediklerini kendin inanıyor musun?
_ Niye inanmayayım.Karanlığa bir mum yakacağım.Bakarsın benim gibi başkaları da ortaya
çıkar birlikten güç doğar. Başaramazsam da uğrunda ölürüm ,böyle bok yoluna gitmekten bin
kat daha iyidir.Hani bir misal vardır ben çok severim.Karıncayı sormuşlar nereye gidiyorsun
diye? Hacca demiş.Sen bu boyla hacca varasıya ölür gidersin demişler.O ne demiş?
_ Ne demiş ?
_ Varamasam da yolunda ölürüm demiş.Al sana kıssadan hisse anlayana.
_ Len oğlum bakarsın başarırsınız bizde döner geliriz.Elin memleketlerinde sürünmektense
kendi memleketimizde yaşar gömülürüz.
_ Başaracağız kardeşim. Göreceksin başaracağız.Hem buralara ölmek için değil yaşamak
için geleceksiniz. Bak göreceksin.Hiç kimse memleketine ölmek,gömülmek için gelmemeli;
yaşamak için gelmeli.
_ Yürü be oğlum kim tutar seni.deyince Fahir oturduğu yerden kalkarak bağırdı.
_ Duydunuz mu lan köftehorlar memleket yaşamak içindir,böyle boktan bir duvar dibinde
ölmek için değil. Var ol Libya! diye bağırınca başçavuşun sesi tekrar duyuldu bu sefer hepten
ana avrat gidiyordu ki karşı taraftan da biri
_ Ebediyen var olsun Libya diye bağırdı.Ardından bir başkası bir başkası derken iki üç
dakika her iki taraftan da var ol Libya sesleri gecenin ölüm sessizliğini parçalayıp attı.İşin
komik tarafı bir süreden sonra başçavuş da küfür etmeyi bırakmış var ol Libya diye o
borazan kart sesi ile başı çeker hale gelmişti.Böyle manzaraları yaşamayalı uzun zaman
olmuştu. Karşı cellatsa kendileri idam mahkumu,kendileri cellat ise karşı idam mahkumuydu.
Yıllardır aynı topraklar üzerinde ,aynı dinde,aynı vatandaşlıkta olmalarına rağmen
birbirlerinin azraili olmuşlardı.Birisinin bıraktığı havayı diğeri çekecek kadar yakındılar,ama
birbirlerine ölüm kusacak kadar da uzaktılar. Belkide yıllardan beri ilk kez iki düşman
kardeşler aynı sloganda birleşmişlerdi.” Var ol Libya “ diyorlardı. Hatta bu taraftan akışın
galyanına gelen askerin biri saklandığı yerden çıkmış eline aldığı bir sopayı kılıç gibi
kullanarak geleneksel arap kılıç dansına başlamıştı; aynı zamanda” var ol Libya” diye
bağırıyordu.Tüm gözler askerin ustalıkla sergilediği figürleri seyrediyorlardı.Sanki çatışma
ortamında değiller de ulusal bir bayram gününde imişcesine figürleri gördükce naralarla
askeri teşvik ediyorlardı. Ötesi berisi kalmamış neredeyse herkes coşmuştu ki bir sniper’ın
uğursuz atışı tüm bu büyülü havayı toz duman etti. Dans eden asker yediği kurşunun
etkisiyle başladığı figürü bitiremeden ters tarafa doğru savrulup yerde iki yuvarlandı. Düştüğü
yerden kalkmaya çabalasa da başaramadı. Coşku gitmiş alışkın oldukları ölümün sessizliği
geri gelmişti. Gülen yüzler gerildi,saklandıkları yerden dans eden askeri daha iyi görebilmek
için kalkan başlar geri çekildi var ol Libya naralarının yerine ağza alınmayacak küfürler
aldı.Ölüm saklandığı yerden yeniden kol gezmeye çıktı.Herkes ateş eden askere küfür
ediyordu.Kurşunu yiyen asker ise insanın tüylerini diken diken eden bağırtılar çıkarıp ,yardım
istiyordu. Lakin çok açığa çıkmıştı ve tamda ışığın olduğu yerdeydi. Ona yardıma gitmenin
ölüme gitmek olduğunu herkes biliyordu.Asker acılar içerisinde bağırıyor,ağlıyor ümitsizca
yardım diyordu.Sağda solda ona yakın olan askerler ne kadar onu sakinleştirmeye çalışsa
da hiç bir çaba sonuç vermiyordu.Abdullah
_ Latif değilmi o vurulan.
_ Evet abi Latif
_ Geri zekalı ne işin var oynamakta,oynanacak zaman mı?
_ Gaza geldi .Asıl o ateş eden pezevenke ne demeli iki dakikalık ara battı o…….pu
çocuğuna.Adam Var ol Libya diyordu,ona ateş etti. Emin ol abi her yerdeler,içimizdeler yarısı
o tarafta yarısı bu taraftalar. Zaten onlar dengede tutuyor bu çatışmayı.
_ Kimden bahsediyorsun Fahir?
_ Kimden olacak abi içimizdeki casuslardan. Sen var ol Libya diye bağıran bir adama bir
Libya’lının ateş edeceğine inanıyor musun?Kesin casus veya paralı asker,lejyoner dir. Eğer
bizi bize bıraksalar bu iş bu kadar uzayıp dallanıp budaklanmaz.Şimdiye çoktan çözüme
kavuşurdu; ama ne gezer bizim çarpışmamız lazım ki onlar kanımızı emebilsinler ah ah.
_ Başladın gene karşının kim olduğunun ne önemi var,düşman düşmandır.
_ Abi ben boşuna mı konuşuyorum.Sen hala şu son gecede anlamıyor musun? Yoksa
anlamazlığa mı vuruyorsun?
_ Anlasam ne olacak anlamasam. İşte kendi ağzınla söylüyorsun son gece diye.
_ İyi ya işte. Hadi bu güne kadar anlasak da anlamamazlığa vurduk, ama bugün artık son
gece. Sabaha bu iş tamam. Kurtul artık tüm önyargılarından.En azından giderken neden
niçini ,nasılı sorgulayabilelim.
_ Ya Fahir sorgulasak ne olur, sorgulamasak ne olur.Geldik gidiyoruz,geride ne
bırakabileceğiz. Bırakta huzur içinde şu son gecemizi geçirelim. Öyle olmuş, böyle olmuş
bundan galli ne önemi var?
_ Sen de haklısın abi al işte Latif huzuru buldu. Bak sesi soluğu çıkmıyor öldü.
_ Ölmedi şehit oldu.
_ İnşallah abi. Yarın yanına gittiğimizde anlayacağız ne olduğunu.Gazi olmadığı kesin
deyince Abdullah ın ters ters kendine baktığını görüp eliyle tamam işareti yapıp parkesinin
yakalarını kaldırarak parkenin içine iyice büzüldü. Sabaha pek bir şey kalmamıştı belki on on
beş dakika uyuması kendisine iyi gelecekti.
Çöl iklimi gündüz ne kadar sıcaksa gece de o kadar soğuk oluyordu. Şimdi içine büzüştüğü
parke altına döşek ,üstüne yorgan vazifesi görüyordu.O küçücük kamuflaj parkesinin içine
bedeni sığsa da içindeki yaralar ,gönlündeki acılar kendisini rahat vermiyordu.
Reenkarnasyona falan da inanmıyordu. Onun için dünya hayatı tek atımlıktı ve o öyle bir
yerde bu hakkını kullanmıştı ki atışı karavana gitmişti.Kendini bildim bileli bu boktan savaşın
içindeydi,ne bir ailesi olmuş,ne de bir gençlik hayalleri.O cephe senin bu cephe benim
değirmencinin kör beygirleri gibi tozun tomurun ,barut kan kokularının arasında dolanıp
durmuştu.Bulduğunu yiyip karnını doyurmuş,bulduğu yerde yatmış uyumuştu.Bir iki genel
kadın haricinde bir cinsel deneyimi bile olmamıştı.Hiç bir kızın elini tutup ,dizinde yatıp
gözüne bakamamıştı.Gördüğü ölüm ,kan, gözyaşı, feryat figandı.
Geçmişinde kendini mutlu eden hatırladığında onu azıcık olsun tebessüm ettiren neredeyse
en küçük bir anısı bile olmadan gidiyordu.Mutluluk onun için etkisiz hale getirilen bir
düşmandı. Çarpışmanın sonunda hedef olunan bir yeri ele geçirmekti.Kaçan karşı askerlerin
ardından hura çekmekti.Böyle mutluluğun ben ta içine edeyim diye düşündü.Gerçi bir
yandan iyi ki de bir ailem çoluk çocuğum olmadı diye düşündü.Abdullah ın durumu
ortadaydı; iki çocuğu,annesi babası bombalanan evin altında kalıp ölmüşlerdi. O günden bu
yana Abdullah ne iniş çıkışlar yaşamıştı. Leyla gibi dolaşan karısı aklına geldikce Abdullah ı
sakinleştirmek için yapmadığı şaklabanlık kalmıyordu.Kendisi rahattı,daha savaşın başında
anne ve babası üç kardeşini de alarak Lübnan a gitmişlerdi. O ise salaklık yapıp ben ülkemi
terk etmem demişti. Babası ne deyip ne yaptıysa,ne kadar dil döktüyse kendine söz
geçirememişti. Hatta babasını tüm hadsizliği ele alarak korkaklık vatan hainliği ile itam
etmişti.Ne salak mışım diye düşündü,gençtim işte toydum.
Savaş çıktığında daha üniversite birinci sınıf öğrencisiydi,trablusgarp üniversitesinin felsefe
birinci sınıf öğrencisi.Keşke zamanı geriye alabilseydi o herkesden önce bu lanet yeri terk
ederdi.O zaman korkaklık vatan hainliği olarak gördüğü durumu akıllılık,kahramanlık
vatanperverlik olarak düşündüklerini ise on iki yıllık savaştıktan sonra aldatılmışlık,
kandırılmışlık olarak görüyordu.Birileri en temiz vatanperverlik duygularını kaşıyıp onları
ölüme göndermiş kendileri de üç kuruşluk menfatlerine bakmışlardı. İşin özeti buydu.Ama
artık sona gelmişlerdi bu sarmaldan çıkış yoktu. Mutabakat hükümetinin neredeyse tüm
kuvvetleri bu daracık alanda sıkışmışlar karşının son darbesini bekliyorlardı. Kader.
Uyuyakaldı.
Korkunç bir patlamayla uyandı.Bu uyanma uyanma değildi. Nerede yim? Kim im ? Ne
oluyor? Öncelikle refleksen kendini toprağa attı ellerini başının üzerine koyarak tam siper
yaptı.Kendine gelmeye çalışıyordu zaman mefrumunu yitirmişti.Ortalık cehenneme
dönmüştü, hemen her yerden patlama sesleri geliyordu. Silah sıkan yoktu ,yalnızca bir
vızırttı ve kulağı sağır eden patlamalar ardı ardına ,kesilmiyordu.Aklı başına gelmeye
başlamış ,şoktan çıkıyordu. İçinden bu iş tamam dedi demek son saldırıyı başlattılar. Yok
ediciler kendilerini yok etmeye geliyordu.Gelsinler bakalım diye düşündü son mermiye kadar
teslim olmayacaktı. O kadar çok ölüm görmüştü ki artık ölüm onu hiç korkutmuyordu. Gele
gide azrail ile çoktan ahbap olmuşlardı.Hatta bir yandan ölümü kurtuluş olarak düşünmeye
başlayalı çok zaman olmuştu.Bir an Abdullah aklına geldi kafayı hafif kaldırıp Abdullah
nerede diye ona bakınca; o zaman bir garipliğin olduğunu anladı.Evet cehennemin
içindeydiler heryerden patlamalar bağrış çağrışlar geliyordu ama patlamalar kendi
taraflarında değil,karşı taraftaydı.Önce ne olduğunu anlamlandıramadı.Cesaretini toplayıp
kafasını kaldırıp tekrar baktığında yanlış görmediğini anladı. Patlamalar Hafter güçlerinin
tarafındaydı. Ortalık toz dumana karışmıştı ,gökyüzünde sığırcık sürüsü gibi küçücük uçan
bir şeyler vardı ve onlar aşağıya dalıyor daldığı yeri büyük patlamalar eşliğinde tozu dumanı
katıyordu.Gözünü havadan aşağıya indirince Abdullah ın hemen geride yıkık bir duvarın
üzerinde oturmuş ağlayarak kendine baktığını gördü.Ona baktığını görünce kafasıyla karşı
tarafa işaret ettiğini gördü.Abdullah ın ağlarken güldüğünü fark edince bunun sevinç
gözyaşları olduğunu anladı.Kendileri gibi etraftaki askerlerde ayağa kalkmış olan biteni
seyrediyor, bazıları sevinç çığlıkları atıyordu.Abdullah
_ Türkler dedi.Karşıya sığırcık sürüsü gibi uçan şeyleri işaret ederek
_ Türkler geldi diye tekrar etti.Fahir o zaman o sığırcık sürüsü gibi etrafta uçan şeylerin dron
olduğunu anladı.Abdullah
_ Türkler geldi diye bağırdı.
_ Allahım sana çok şükür bize Türkleri gönderdin diye tekrar etti.Fahir patlamaların olduğu
karşı taraftan gözlerini ayırmadan Abdullah a yaklaşınca Abdullah yanına gelen arkadaşını
sarıldığı gibi ayaklarını yerden kesti.
_ Kurtulduk Fahir kurtulduk.Türkler burada. Şimdiden analarını s……ler.Şunlara bak bize
dün arslan kesilenler kedi oldular,köpek gibi kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırarak
kaçıyorlar hemde arkalarına bile bakmadan.Abdullah Fahir’ e iki döndürüp yere bıraktıktan
sonra .
_ Bak Fahir adamlar nasıl savaşıyorlar da gör diye bağırıyor.Fahir karşı tarafa bakınca
Abdullah a hak vermeden edemedi.Karşı taraf öylesine hazırlıksız yakalanmışlardı ki en
küçük bir mukavemet bir tüfek atışı dahi yapamıyorlardı. Dronlar sığırcık sürüsü gibi daire
çizmişler hedef arıyorlar ve kartal dalışı ile kilitlendikleri hedefleri yok ediyorlardı.
Beş dakika geçmemişti herşey bir anda olup bitmişti.Adamlar şavaşmamışlar şavaşın en
etkili bir dörtlük şiirini yazmışlardı.Başcavuşun bağırması kendilerine getirdi.Başçavuş dün
geceki daha doğrusu her zamanki gibi tüm o borazan sesiyle sağa sola emirler veriyor,
gördüğünüz hedeflere ateş edin diye bağırıyordu.” Ateş serbest ,indirin ibneleri” diyordu
“kimseyi sağ bırakmayın” diyordu da diyordu.Aynı zamanda kimin ne tarafa gitmesi gerektiği
ile talimatları sıralıyordu. Askerler silahını kapan ateş ede ede karşı tarafa hücuma
kalkmıştı.Zaten karşı taraf diye birşey kalmamıştı ki.Karşı tarafın bazı askerleri panikle dron
bombalardan kaçmak için kendilerinin bulunduğu tarafa kaçıyorlardı. Elleri havada ateş
etmemeleri için adeta yalvarıyorlardı. Tabiki bu yalvarış boşunaydı. Son geceleri olduğunu
düşünen askerlerin dinleyeceklerini mi zannediyorlardı.Kendilerine doğru koşanları bizimkiler
jilet gibi doğradılar. Arkadan gelenler başlarına gelecekleri görünce geriye dönse de artık bu
dönüş onlara bir şey kazandırmayacaktı.
Kızılca kıyamet on dakikasını bulmuştu ki yukarıdaki sığırcık sürüsü daronlarda baya
azalmıştı ,tek tük hedef arıyorlardı ki başçavuş hücum emrini verdi.Herkes bağıra çağıra ileri
atıldı.Kış boyu damda takılı beygirler,yerin altında sıkışmış sıkışmış patlayan volkan lavları
gibiydi bizimkiler. Sanki daha gece tüm ümitlerini yitirmiş, son darbeyi bekleyen onlar değildi.
Hepsi arslan kesilmişlerdi. Bağıra çağıra kükreyerek, tarumar olmuş karşıdakileri son darbeyi
vurmak için ileri atılmışlardı. Abdullah yaklaşık yirmi metre kadar gitti geriye Fahir’e baktı
ama Fahir de en küçük bir hareketlilik yoktu.Abdullah
_ Hadisene oğlum ne bekliyorsun!?
_ Sen git abi ben gelmiyorum dedi
_ Ne demek gelmiyorum hücum emri verildi yürüsene! diye el kol hareketleri ille de acele
etmesini istiyordu.Fahir durmuş arkadaşına tepkisiz
_ Ben gelmiyorum abi deyince Abdullah bir geri döndü. Askerlerin neredeyse hepsi saldırıya
geçmişti; ortada ölüm bekleyişini yaptıkları yerde bir ikisi kalmıştı.Fahir e doğru yaklaşan
Abdullah Fahir in omuzundan tutup önüne doğru çekti ardından da itti .Fahir itmenin hızı ile
iki adım atıp geri durdu. Abdullah hem konuşuyor hemde Fahir’ i itiyordu sonra Fahir’ in
elinde tüfeğininde olmadığını fark etti. Fahir in gece yattığı yıkık duvar altına bakınca Fahir in
tüfeğinin orada olduğunu gördü.Söylene söylene gidip tüfeği aldı. Fahir’e tüfeği çapraz
şekilde sertçe uzattı.Fahir yine iki adım geri gitti ama tüfeği Abdullah ın elinden
almadı.Abdullah
_ Oğlum kafayı mı yedin? Alsana şunu.Bak kimse kalmadı hadi acele etmemiz lazım.
_ Abi nesine anla mıyorsun? Ben gelmiyorum. Benim için savaş bitti.Bitti!.
_ Ulan s.kecem belanı, ne demek savaş bitti. Alsana lan şunu! deyip tüfeği Fahir’e çapraz
itip bırakınca, tüfek yere düştü; işte o zaman Abdullah Fahir in kararlılığını farketti.
_ Şimdi sen gelmiyor musun?
_ Gelmiyorum abi.
_ E ne yapacaksın kaçacak mısın?
_ Kaçmıyorum, gidiyorum.
_ Ne demek kaçmıyorum, gidiyorum.
_ Artık sen nasıl anlarsan, ne dersen. O senin bileceğin.
_ Sen basbaya kaçıyorsun bir korkak, bir hain gibi.
_ Abi bana herşey diyebilirsin ama bunca yıl savaşan bir adama korkak,ülkesi için bu kadar
ter kan döken birine hain diyemezsin.Ha yakıştırır dersen o da senin bileceğin.Ne dediğinin
benim için hiç bir önemi yok.
_ Ya Fahir bak kardeşim,kusura bakma senin nasıl mert ,cesaretli biri olduğunu en iyi ben
bilirim. Söylediklerim için affet, ama böyle gidemezsin. Böyle olmaz.
_ Abi ben kararımı çoktan verdim. Benim için bu anlamsız savaş bitti ,boşuna çabalıyorsun.
_ Asker kaçaklarına ne yapıyorlar biliyorsun değil mi?
_ Biliyorum abi.
_ Sana korkak diyecekler
_ Desinler
_ Hain diyecekler
_ Desinler
_ Yakalanırsan kurşuna dizecekler
_ Dizsinler
_ Bak Türkler herifleri tarumar ettiler. İbre bize döndü. Hiç kazanırken maç bırakılır mı?
Kazanıyoruz oğlum kazanıyoruz. Nesine anlamıyorsun?
_ Umrumda değil.
_ Yani kesin gideceksin öyle mi?
_ Öyle.
_ Peki nereye ?
_ Lübnan’a, Beyrut a babamları bulacağım.
_ Gidemezsin
_ Giderim
_ Kaçarsan seni vururum.
_ Vur abi .
_ Fahir şakam yok. İnan vururum. En iyi sen bilirsin asker kaçakları için ne düşündüğümü.
_ Bilirim abi zaten biri vuracaksa senin vurmanı isterim.
_ İyi o zaman seni tutukluyorum. Kaldır ellerini .
_ Abi komik olma deyince Abdullah iki adım geriye gidip tüfeğini Fahir’ e doğru kaldırdı.
_ Kaldır ellerini! Kaldır! diye bağırdı ama Fahir de tık yok.Fahir
_ Abi hakkını helal et. Bu savaşı ben başlatmadım ama şimdi kendim için ben bitiriyorum.
Kal sağlıcakla deyip deniz tarafına doğru yürümeye başladı.Abdullah ardından bağırıyordu
_ Fahir dur! Dur yoksa ateş ederim! Fahir dur! Sıktırma ,kardeş katili yapma beni! diye
bağırsada Fahir hiç acele etmeden yoluna devam ediyordu.Abdullah
_ Fahir dur! dur! diye ardından durmaz bağırıyor ,tüfeğin namlusunda mermi olmasına
rağmen belki kurma kolunun sesini duyarda durur diye durmaz kurma kolunu çekip
bırakıyordu.Biraz önceki sevinç gözyaşlarının yerini canından çok sevdiği arkadaştan öte
kardeş bellediği ,canının cananı arkadaşının her adımda kendisinden uzaklaşmasını
ümitsizce seyrediyordu. Dün gece ölümü beklerken bile bu kadar kendini kötü hissetmemişti.
Abdullah silahını indirdi yere bir iki ayağı ile isyankar vurdu. Son bir kez uzaklaşan Fahir’ e
baktı ona ardına dönüp gökyüzüne baktığında sığırcık sürüsünün de gittiğini yalnızca
yukarıda gözetleme yapan bir iki dronun kaldığını gördü.Fahir in tüfeğini yerden alıp omzuna
çapraz astı ardına bile bakmadan ileri doğru koşmaya başladı hem koşuyordu hemde.
– Helal olsun kardeşim yerden göğe kadar helal olsun diyordu.
SON