_ Len Hasan bu taş nasıl patlayacak yumurta gibi ?diye sordu .Hasan
_ Ne bileyim ben abi ya kime ne zararı varsa burda kendi kendine durup duru işte.dedi
Kamyonetten ölçüm cihazlarını alet edevatları indiren Yavuz
_ Abi burası tam tünelin çıkışına denk geliyormuş bundan dolayı tepe traşlanacak ilerde
heyelan falan olmasın diye dedi.Kamyonete Yavuz a doğru dönen Levent ustabaşı
_ Eksik olma ya Yavuz bilmiyorduk sayende öğrenmiş olduk dedi imalı imalı Hasan
_ Dünkü bok cin olmadan adam çarpmaya başlamış ,sanki biz bilmiyoz neden
patlatacağımızı gel len madem çok biliyon bi gösterive bakem dinamiti neresine sokcez bu
daşın diye Yavuz’a bir göz attı.
Aralarına henüz yeni katılmış olan Yavuz patavatsızlığını
çoktan anlamıştı ama laf agızdan bir çıkınca geri dönmüyordu artık bu gün akşama kadar
alırlardı ele bırakmazlardı.İşleri hep kırlarda yolardaydı,bu ekibe katılalı neredeyse iki yıl
oluyordu.Şirketleri devletten ihale ile yol tünel yapım ihaleleri alan çok büyük bir
firmaydı.Türkiye nin birçok yerinde ihalelere giriyor koca koca tüneller açıp duble,otoban
yollar yapıyorlardı.Askerden henüz yeni gelmişti.Güneydoğuda askerlik yapmış patlayıcılar
konusunda eğitimler almıştı o da askerlikten sonra hiçbir işe yaramayan bu eğitimleri
kullanabileceği bir meslek seçmişti şimdi bu dev inşaat firmasının patlayıcı ekibinde işe
başlamıştı.Tabi askerdeki eğitimler ile arazide bu işteki iş tanımlarının alakası bile yoktu
ama yinede o eğitimler sayesinde bu işi bulmuştu,buna da şükür diyordu.Ekip arkadaşları
Hasan ,Mehmet ve ekip başı Levent usta işlerinin ehilleriydi yıllardır bu firmanın gediklilieri
olmuşlar en yeni ve en genç kendisinin olmasından dolayı genelde getir götür işlerini
kendisine yaptırmakla beraber akşama kadar dalga geçecek birini arıyorlardı eh bu konuda
da bu kırda kendisinden daha yatkını yoktu.Hasan
_ Levent abi Allahın işine bak abi ya nede güzel yaratmış,bu beyaz mermere benziyor
_ Yok oğlum bu traverten ama dediğin gibi mübarek deniz taşları,yumurta gibi insan kıyıp da
patlatamayacak. dedi taşa bakarak.
_ Abi zaten bu kadar oval olmasından bence tehlikeli olacak diye mühendisler
patlattırıyorlar.Yani Allah etmesin bir yuvarlansa kar topu gibi önünde bişe bırakmaz.
_ Neyse ne ya nerden çıkacağız biz oraya diye sorunca Yavuz
_ Levent ustam bak sağ taraftan patika var belki kayaya giden ayrımı vardır yukarda.diye
patikayı gösteriyor.Levent usta aletler kalsın önce oraya nasıl çıkacağız bir bakalım sonra
gelir alırız o patikaya bakalım çıkıyor mu?
Yavuz yanılmamıştı yarım saat sonra alet edavatlarla beraber taşın bulundukları
bayırdalardı.Şimdi taşı inceliyorlardı.Bulundukları yerde aşağıdaki yol ta karşı tepeden
aşağıya,ilerde yine diğer tepeden engime sarıp kaybolana kadar ayaklar altındaydı.Yavuz
_ Valla manzarada güzelmiş tüm vadi ayağının altında neredeyse.diye aşağıdaki yolu
gösteriyordu. Torosların denize yakın olan tepelerinin bulunduğu ,her yerin çam ağaçlarıyla
kaplı tepeler aralarında ,defne ağaçları,dere yol kenarlarında rengarenk açmış zakkumlar ile
süslenmiş ,karşıda Faselis antik kentinin tam karşısında olan kayalık uçurumlar,asvalt,ilerde
halk arasında Tahtalı denilen Olimpos dağının heybetli yükseltisi açık havada başında şapka
gibi duran beyaz bir bulut kümesi,yukarlarda sedir ağaçlarının selülitleri Ulupınar tarafına
batıya baktığında ise yol kenarlarındaki camlarla yarışan çınar ağaçları,karşı tepe alyında
gözüken birkaç köy evi ,yukarı tepede gözüken televizyon CSM vericileri ,ilerden geçen
yüksek gerilim hatları ile tüm vadiyi kuş bakışı görebiliyorsun.Levent usta
_ Yavuz bu sefer haklı ne manzara varmış be burda şimdi mangal olacaktı şurda derken
Hasan
_ Abem bi de yetmişliğin gafasını buruvecektik deme geyfimize dedi gülerek Yavuz
_ Valla birileri burada mangal yapmış zaten bak şurda yanık kömürler pet şişeler falan
var.deyince Hasan
_ Len oğlum bu insanoğlu gada beter başka bi yaratıg yog gitmediği yer,çıkmadığı tepe
yogdur.Lebent usta
_ Hasan ana kaya ile bağlantısı var oğlum bu kayanın koduğumun mühendisleri nesine
tehlikeli görmüşler ben anlamadım bu işi.
_ Levent abi godun gene
_ Ne yapayım oğlum senin yanında kala kala öğrendik komayı
_ Yok tam öğrenememişsin biz goruz siz koyuyorsunuz arada fark var dedi gülerek
_ Ne farkı varmış ikisinde de koyamadan koyuyoruz işte ya hadi zevzekliği keselim de ne
yapacağız nasıl patlatacağız bu meredi.
_ Abi alttaki kaya yumuşak zaten ondan bu sik gibi açıkta kalmış bence ana kayayı
dokunmadan bu ur gibi yumurta kayasını kıracağız ,ana kayayı tam terasa deng getirdile mi
kemik gibime olu heç kayma mayma olmaz.Zaten baksana abi kayanın altı da oyulmuş gibi
zaten bence mühendisler bundan dolayı patlatalım diyorlar.
_ He lan dediğin gibi ana kayayla bağlantısı zayıf aslında bunun tam altına koysan dinamidi
o bağlantıyı koparsak bnasıl olur sence? diye sordu.Hasan
_ Yok abi dediğini yaparsak sanki mazı gibi yuvarlanı önüne ne gelirse yıka gide, artık hangi
derede durasa baksana yumurta gibi mübarek bunu parcalamamız lazım
_ Oğlum hiç kırık çatlak falanda yok ki
_ Delcez abi başka yolu yok bunu en az dörde parçalamamız lazım sonrası zaten kayar
aşağıda durur.dedi Levent usta
_ Yavuz şu merdiveni bi getir bakayım çık yukarı oralarda hiç çatlak falan var mı bi kontrol
edelim.dedi Yavuz akrobat merdiveni açıp uzatınca Levent usta ile ikisi mediven kaymasın
diye sıkıca tutup Hasan merdivene çıkıp kayada bir çatlak damar varmı kontrolüne
başladı.Üç taraftan da kontrol edildi.Hasan aşağıya inince Levent ustaya
_ Abi yukarda bir iki çentik açılmış,aşağıda yosun tutmuş üç tane iz var bir iki tane çizik var
,sol üsten başlayıp sağ aşağıya doğru gelen çapraz bir damar var gibi ama kaya zanki
zımpara yapılmış gibi düz çaresi yok o damarın ortalarından delersek önce ikiye sonra
fazlaya böleriz gibime geliyor damardan üç bilemedin dört yerden delersek birerde damara
dik ortadan deldik mi birer lokumla en az yedi sekize böleriz iş hallolur dedi.Levent usta
_ İyi o zaman sen işaretle Yavuz sende matkabı hazırla haden bakalım öğlene yumurta
kırıyoruz dedi gülerek.
MÖ 78 Yıllardır gemilerini aşağıdaki koylarda saklayan büyük korsan Zenicetes sicilya valisi
Servilius Vatia ile yapmış olduğu deniz savaşını kaybetmiş,karısı ve çocukları ile beraber
kendilerini yakarak intihar etmişti,baş yardımcısı Patarikos yanında kalan son adamları ile
birlikte koya ellerinde kalan son gemi ile zar zor kendilerine atmışlar,savaşı kazanmış
olmasına rağmen vali Vatia kendilerini takipten vazgeçmemiş iki tane kadırga olimpos
koyunun hemen açığına demirlemiş askerler filikalar ile karaya çıkmışlar her yerde
kendilerini arıyorlardı.Kendileri ile birlikte karaya çıkan sahilde kalmak zorunda kalan yaralı
adamlarının akibetini düşününce şimdiden canı sıkılıyordu.Son dört adamıyla beraber
ormana dalmışlardı.
Patarikos buraları iyi biliyordu zira kışın korsanlığa çıkmadıkları zamanlarda sığınma yeri
olarak aşağıdaki koyu kendilerine seçmiş,yukardaki dağlardan bolca bulabildikleri sedir
ağaçlarının tomrukları keresteleri ile gemilerini ,filikalarını yapıyorlar ,ormanda bol yaban
hayvanı bulabiliyorlardı.İçme suyu boldu.Kısaca burada aylarca kalabilirlerdi bitki örtüsü
muhteşemdi,yabani böğürtlen lerden yemiş ağaçlarına mersin lere kadar her şey vardı. En
önemlisi Likya kent devletlerinin deniz ticareti yollarının üzerinde olmasından dolayı bereketli
yerdi ama bu savaşı kaybetmeleri her şeyi bir anda bitirivermişti.Dört kadırgadan anca tek bir
filikada bir avuç insanla canlarını kurtarabilmişlerdi.Şimdi ise valinin askerleri kıyıdaki tüm
barınaklarını yakmışlar,suda yüzen ne varsa küçüklü büyüklü tüm tekneleri ateşe
vermişlerdi.İşe yarayacak ne varsa herşeyi savaş ganimeti olarak yanlarına almışlardı.Zaten
işe yarayacak erkek kalmamıştı ama çocuk ve kadınlardan yakalanabilenler ki zaten
kimsede kaçmamıştı bir nevi valinin askerlerini kendilerini korsanlardan kurtaran kurtarıcılar
gibi gördükleri için hepsi gönüllü teslim olmuşlardı artık deride hiç bir şey kalmamış olmasına
rağmen hala askerler kadırgalara dönmemişler beşer altışarlı ormana izcilerin eşliğinde
girmişler kendilerini arıyorlardı.
Patarikos valiye akla gelecek her türlü bedduayı yaptı.Savaşta sol omuzundan hafifi
yaralanmıştı yarası hiç önemli değildi ama bu kadar bir yara bile ormanda ölümcül olabilirdi
dağlanıp,şifalı merhemlerle pansumanının yapılması lazımdı ama pelerinde bu kadar adam
varken bunu yapmak ne mümkün,ancak çaydan geçerken temiz suyla temizleyip bir
pansuman yapmıştı.Yaşca adamlarından daha yaşlıydı ve bu yara ile onlara ayak uydurması
da zordu.Doğuya gitse fashalis batıya gitse çok daha ilerde bir sürü Likya kentleri vardı ama
orada da tanınma ihtimali vardı.Bir süre ormanda kalmak zorundaydı başka bir yolu
yoktu.Adamlarına bir pınarın başında soluklanırken
_ Hastosus benim size ayak uydurmamın mümkünatı yok siz kendinizi kurtarın yalnız
giderken biraz fazla iz bırakın ki ayrıldığımızı fark etmesinler ben buradan çaydan yukarı
doğru gidip müsait bir yerde ormanda izimi kaybettireceğim,artık kurtulabilirsek ilerde belki
bir yerlerde tekrardan karşılaşırız. dedi Hastosus
_ Yok seni bu halde yapayalnız bırakamayız ormanda hiçbir şansın olamaz,en azından
domuzlar ,canavarlar seni sağ koymaz.
_ Siz benim dediğimi dinleyin ben sizi hem yavaşlatırım,bu kadar adamdan
kurtulabilmemizin ihtimali yok ben yukarı çıkacağım belki iç kesimlerdeki kentlerden birisine
ulaşmayı başarabilirim ,kıyıda bizi tanıyan olsa da içte tanımazlar başka bir seçenek yok
hadi acele edin deyip birbirleriyle vedalaşmadan onlar çaydan çapraza bayıra vurdular
Patarikos da çayda suyun içinden yukarı yöneldi.Suyun serinliği kendisine çok iyi
gelmişti,çay kıvrıla kıvrıla gidiyordu taşları yerinden oynatmadan geride hiçbir iz bırakmadan
devam etmeye çalışıyordu.Arasıra geriden sesleri de dinliyordu artık yeterince uzaklaştığını
kanaat getirdikten sonra çayın serin suyundan kenardaki kayaların üzerine çıkarak gözüne
kestirdiği bir alandan dikkatlice yukarı doğru tırmanışa geçti artık çam ormanın içerisindeydi
ve durmaz yukarı yamaca kendini vurdu.
Yıkılmış ağaçlar yerde yatıyordu bir çoğu ağaç kurtlarının yemesi ile üzerinde kabuk
kalmamış dallar üzerinde haritalar gibi şekillerle yerde yatıyordu.Yaban orkideler her yere
sarmış baharın gelişini müjdeliyor gibiydi,kaç tane kablumbağa karşısına çıkmıştı karnı da
acıkmıştı ama şu anda yiyecek düşüneceği en son şeydi.Akşama kadar yürüdü akşam yere
yıkılmış bir çam ağacının altında dallar ile kendisine korunak yapıp geceyi geçireceği bir yer
yaptı.Yarasını bir kontrol etse de üzerine sürebileceği hiç bir şey yoktu.Kıvrılıp yattı günün
yorgunluğundan çok kısa bir zaman sonra kendindinden geçerek uykuya daldı.Gece ne öten
baykuşa,yusufcuya nede yanından geçen domuzların hırıltısını duydu ,ne üşüdü de de
uyandı.
Sabah güneşin az bir yükselmesi ile uyanıp açlıktan iki büklüm olan karnının isyanını
duymazlıktan gelip tekrardan yukarı sardı.Öğlene doğru karşı tepenin üzerinde yumurta gibi
duran bir kaya gözünü çarptı.Kafasında yön olarak orayı işaretleyip yukarı tırmanışına
devam etti. deliksiz uyku ona çok iyi gelmişti ama çok karnı acıkmıştı.Az ilerde bir
kaplumbağa karşısına çıkınca sevindi kaplumbağayı alıp kuşağına sarıp arkasına astı
hayvan sarmaladığı yerde hareket etmeye çalışsa da bu onun umrunda değildi her yere
hakim bir yerde o koca yumurtaya benzer kayanın olduğu yerde kaplumbağayı yemeyi
planladı.Güneş yükselinceye kadar kayayı ulaşmaya başardı aşağıdan tahmin ettiği gibi
kaya tüm vadiyi hakim tepedeydi dikkatlice kulak kabarttı hiç insan sesine benzer birşey
duyamadı.Sağa sola heryere bir göz gezdirdi.Burada ateş yakamazdı zaten yanında çakmak
taşı da yoktu kaplumbağayı çiğ yemek zorundaydı yılların korsanına bu hiç de sorun olarak
gözükmüyordu ,o kadar çok çiğ balık canlı yemişti ki açlıktan yanan midenin ağrısından daha
beter bir şey değildi.Bıcağını tam kaplumbağanın kafasının olduğu yere sokacaktı ki arkadan
bir hışırtı duyunca hemen o tarafa döndü.Önce bir şey göremedi ama çalının ön tarafındaki
ezik otları görünce hemen eli kılıcına gitti kısa tunç kılıcını çkip ezik otların olduğu çalıya
yaklaşıyordu ki iki çalı ardında karartıyı hemen fark etti hemen ters tarafa döndü kaçmak için
ama bir adamın elinde mızrağı ile ayağa kalkmakta olduğunu gördü diğer tarafa döndü
kaçmak için ama orada da elinde mızrağı ile bir başkası saklandığı yerden ayağa
kalkıyordu.Tuzağa düşmüştü.elindeki kaplumbağayı yere fırlattı diğer bir elinde bıçak diğer
elinde kılıcı ardını yumurta gibi yükselen kayaya kendini verip geri geri gitmeye
başladı.Aşağısı bayırdı etrafı tamamiyle sarılmıştı ve hepsinin elinde mızrak bazılarının
elinde baltalar vardı kılıcını ve bıçağını kaldırıp gardını aldı artık sona gelmişti buradan
kurulabilmesinin mümkünatı yoktu sırtını kayaya dayayıncaya kadar geri geri gitti. Adamlar
kendi aralarında konuşuyorlardı ama konuştuklarından bir şey anlamıyordu. Demek ki bunlar
kendilerini arayan başka bir guruptu ve bu hakim tepeye önceden gelip vadiyi gözlem altına
almışlar kesin kendisinin aşağıdan geldiğini anlayıp bu tuzağı kurmuşlardı ve bu tuzaktan
kurtulmanın bir yolu da yoktu,kuş misali kafese girmiş oltaya yakalanan balıktı artık kaçış
yoktu.Teslim olmasının veya onlarla çarpışmasının arasında bir fark da yoktu her ikiside
nihai sonucu değiştireyecekti.Kılıcını kaldırıp
_ Hadi gelin ,gelin de size korsan Patarikos kimmiş göstereyim! diye bağırdı her taraftan
yaklaşan adamlardan gözünü ayırmıyor her hareketlerini takip etmeye çalışıyordu,köşeye
sıkıştırılmış kedi gibi bir o tarafa bir bu tarafa dönüp tehdit ediyordu ki ardında korkunç bir acı
hissetti ,o tarafa dönmeye çalışınca sırtına saplanan mızrağın sopası yumurtaya benzeyen
kayaya çarpınca daha bir canı acıdı.Mızrağı atan adam karşısında gülüyordu elindeki bıçağı
adama doğru fırlattı ama bıçak değil adama zarar vermek yanına bile yaklaşamadan fırladı
gitti. Bu sefer başka bir mızrak diğer tarafına saplandı ve aynı anda karşıdan bir baltanın
kendine atıldığını görünce kılıcı ile gelen baltayı alttan vurunca balta iki dönüp kayanın
üstüne çarptı oradan diğer tarafına düştü,baltanın düştüğü yere bakarken bir mızrak daha
geldi tam karnından içeri girdi elindeki kılıcı karşısındaki adama fırlattı ama kılıç da bıçak gibi
dönüp ilerdeki yaban mersinin içinde kayboldu.Artık ayakta kalamıyordu dizlerinin üzerine
bedeninde saplanan üç mızrakla çöküverdi.Kendisine ilk mızrağı atan adam önüne düşen
baltayı yerden aldı kafasını elinde baltayla gelen adama doğru çevirmişti ki adam baltayı
havaya kaldırdığını görünce kendini yumurtaya benzeyen kayaya doğru bırakırken kendine
doğru gelen adamın çamurlu ayaklarını izliyordu.
MÖ 298 Homeratos elindeki bronz mızrağa bir kez daha bakıp çam ormanlarının içerisinden
tepeye paralel koşmaya devam ediyordu.Ne olursa olsun bu mızrağı Mısırlıların eline
geçmesine izin vermeyecekti. Fashalisdeki Athena Polias tapınağı ndaki Akhilleus un bu
bronz mızrağı kendisi için çok önemliydi.Hocası Hamilitius yıllarca tapınağın en değerli
parçası olarak bu mızrağı adeta kendine zimmetlemiş gibiydi. Mızrağın özel günlerde devlet
erkanına gösterilmek için çıkarıldığında her zaman Homeratos un gözetiminde olmasını
buyurmuş onu tapınağın en önemli görevi olan bu kutsal mızrağın muhafızı yapmıştı. Bu
sebepten dolayı tapınakta hem pagan öğretileri alırken diğer öğrencilerden farklı aynı
zamanda savaş askeri eğitimde almıştı.Her zaman kondisyonunu gücünü kuvvetini din
adamlığı bir yana asker gibi diri tutmak zorundaydı. Çünkü o mızrak muhafızıydı ve bugün
Büyük İskender’in ölümünden sonra komutanları arasında paylaştırılmış olan toprakları,ne
yazık ki Fashalis Mısırlı firavuna bırakılmıştı.İki gün önce Fashalis e gelen Mısırlı lar her
şeyleri ile çok farklı insanlardı. Gemilerinden tutunda giyim kuşamlarına inançlarına kadar
.Hocası Athena tapınağındaki Akhilleus un mızrağını Mısırlılar kente girmeye başlayınca
tapınaktan alıp tapınağın hemen ilerisindeki su kuyusunun yanına Homeratos la beraber
gömmüşlerdi.Hocası böyle kutsal bir mızrağı amaçlarını inançlarını bilmediğimiz insanların
insafına bırakamayız demişti.
Fashalis liler Mısırlı ları çok iyi karşıladılar her zamanki gibi tüccarlıklarını
konuşturmuşlar,yeni hakimleri el üzerinde tutup çoktan yağlama bağlamayı yapmışlardı.Bu
da bu kentin yeteneğiydi koca İskender i bile daha yolda kentlerine gelirken som altın tac
göndermeyi kim akıllılık edebilir di? Bunu anca tüccar kafalı Fashalisler yapabilirdi şimdi aynı
şeyi de Mısırlılar için yapıyorlardı.Herşey gayet iyi gidiyordu ki ta tapınakta Akhilleus un
bronz mızrağı Mısırlı erkana gösterilmek istenip de yerinde olmadığı anlaşılana kadar,ondan
sonrası tam bir kabusdu.Kutsal mızrak yerinde yoktu.Tapınaktaki tüm rahipler,öğrenciler
hemen sorguya alındı ve iş bir süreden sonra gaddarlaşmaya başladı kent meydanında
kurulan sorgu mahkemesinde kentin yeni efendileri tüm otoritelerini kullanıp tapınaktakilere
işkenceye başlayınca ve hele birde hocasına yapılanları daha fazla dayanamayan
Homeratos beklediği sorgu sırasından yavaşça sıvışıp su kuyusunun yakınına saklamış
oldukları mızrağı alarak şehrin su sarnıçlarının olduğu karşı tepeye çıkıp avazı çıktığı kadar
bağırmaya başladı.
_ Bu kutsal Akhileus un kutsal mızrağı bunu hiç bir zaman ele geçirmenize izin
vermeyeceğim diye mızrak elinde avazı çıktığı kadar bağırıyordu.Küçük limandakiler
Homeratos u hemen görmüşlerdi aşağıdan şehir halkı kendisine doğru bakıyordu.Sonra
agora daki kurulmuş mahkemedekilerde kendine doğru baktıklarını ve aşağıdan şehir
kapısından bazı askerlerin kendisine doğru koştuklarını görünce hemen sarnıçların oradan
patikaya atladı.Batıya Likya tarafına kaçmayı çoktan planlamıştı ve hızla ormana dalarak
koşmaya başladı,kendinin ormana daldığını görenler olsa da ne için koştuğunu
bilmediklerinden dolayı yalnızca bakmakla yetindiler.Aslında olimpos dağına sarsa dağı
aştıktan sonra izini kaybettirirdi ama kendisi yayaydı,bir at almadığı için kendisine lanetler
okudu.Olan olmuştu artık buradan geri dönüş olamazdı.sonuçta buranın insanıydı her yeri
avucunun içi gibi biliyordu gücü kuvvetide yerindeydi peşindekileri bir şekilde atlatırdı.
Ormanda nefesini ayarlayarak paralel patikadan batıya doğru hızlı bir tempoyla
koşuyordu.Ne zaman ki bir tepenin en üst noktasına çıktı soluklanıp aynı zamanda etrafıda
bir dinleyebilmek için durdu.Peşinden gelenlerin bağrışalarını o zaman duydu,sesler hem
yoldan hemde ormandan geliyordu.Özellikle yolda savaş arabalarının tekerlek seslerini de
duyunca içi bir tuhaf oldu.Tepenin az daha ucuna giderek yolu görebileceği yere gelip
durduğunda işte o zaman anladı ki bir çok şeyi es geçmiş iyi bir plan yapmadığını
anlayıverdi.Kendisini aramaya çıkanlar yalnızca Mısırlılar değildi kent halkından tanıdığı bir
çok askerin gencin de yolda batıya doğru ilerlediklerini gördü.İçi bir an cız etti.Halkı yine
tüccarlığını konuşturmuştu yeni efendilerine yaranabilmek için onlar içinde en az kendisi
kadar kutsal olan bu mızrağı kaçırdığı için sevineceklerine Mısırlılarla beraber kendisini
yakalamaya çıkmışlardı.Üstelik onların çoğu atlılardı ve savaş arabalarını dahi yola
çıkarmışlardı.İşte şimdi işi çok zordu.Kendisi araziyi ne kadar iyi bilsede kendisinden çok
daha iyi izciler avcılar ,askerler vardı onların elinden kaçmak bir nevi imkansızdı.Nasıl bu
kadar düşüncesizce hareket edebilmişti.Kendi canından çoktan vazgeçmiş ama bu kutsal
bronz mızrağı Mısırlıların alıp götürmesi aklına geldikce çıldıracak gibi oluyordu.Artık kaçış
paniğe dönüşmüştü.
Ormanda az daha derine yoldan biraz daha uzaklaşmaya çalıştı ama oradaki patikalar çok
daha dolambaçlıydı ve zaman kaybediyordu.Ne kadar gitti bilemiyordu ama korku içini
kaplamıştı artık duygusuzca panikle koşuyordu artık nefesinin kesildiğini hissetmeye başladı
yukardaki yumurta gibi kayayı gördü daha önce de oraya çıkmıştı tüm vadiye hakim bir yerdi
en iyisi oraya çıkıp etrafa bir kol kocan etmek iyi olacak diye düşündü.Oradan vadiyi dinledim
mi neredeler hangi konumdalar anlayabilirim dedi.Zorlansa da yamacı sabırsızca çıktı.Koca
kayanın yanındaki düzlüğe çıktığında nefes nefeseydi soluk almakta zorlanıyordu ciğerleri
adeta isyan ediyordu.Nefes kontrolü için iki ellerini dizlerin üzerine koyup eğilmiş diyaframını
karın boşluğuna sallandırmıştı ki bulunduğu pozisyondan arkada bir gölgenin kendisine
yaklaştığını fark etti.Hemen panikle doğrulup ardına dönünce kayanın yanından bir askerin
kendisine doğru geldiğini fark etti hemen ters tarafa kaçmak için hamlesini yaptığında iki
askerin çaprazlama kendisine doğru ellerinde mızraklar ile geldiğini görünce bronz mızrağı
sardığı bezden çıkarmak için hamle yaparken dengesini kaybetti yere düştü.Yerden
kalkarken bronz mızrağı eline aldı.Askerleri tanıyordu
_ Güntilonius bu Akhilleus un kutsal mızrağı Mısırlıların eline mi geçsin istiyorsun bırak
gideyim Likya da başka bir Athena tapınağına bırakayım.dedi ama sol tarafında derin bir acı
hisetti.İlk gördüğü asker elindeki mızrağı sol tarafına saplamıştı.Acı ile haykırarak elindeki
bronz mızrağı askere doğrulttu.
_ Gelmeyin bu mızrak kutsal sizi lanetler diyordu ki bu sefer ardından bir başka mızrak
girmiş karın boşluğundan ucu çıkıvermişti.Geriye dönmek istedi ama ne mümkün arkadaki
asker mızrağı dahada derine bastırınca mızrağın ucu el kadar dışarı çıktı.Homeratos son bir
gayret ile elindeki mızrağı geriye atmak için elini kaldırdığında elinden fırlayan mızrağın
kayaya çarptığının metalik sesini duydu, görüp duyacağı son şey buydu.
MS 1378 Tuğrul un hapisten firar edişinin üçüncü günüydü.Antalya dan Fashalis in beri
tarafındaki eski köye kadar bir balıkcı teknesi ile gelmesi ona büyük zaman
kazandırmıştı.Şimdi Antalya dan baya uzaktı ve kimse kendisin ne yöne gittiğini ne kadar
uzakta olduğunu tahmin etmesinin bile bir olanağı yoktu.Toroslar da bir sürü küçük küçük
obalar vardı onlardan birine kendini attı mı artık izini tamamiyle kaybettirmiş olurdu.Tek
canını sıkan artık ne annesini ne de yavuklusu Kezban ı bir daha göremeyecek
oluşuydu.Gerci belli de olmaz belki işleri şansı yaver gider de durumunu iyileştirebilirse bir
yol onları da yanına aldırmanın bir yolunu bulabilirdi.Zor da olsa hayatta hiçbir şey imkansız
değildi.Balıkcılardan ayrıldıktan sonra uzun süre sahilden batıya doğru yol almıştı.O kadar
bakir yerlerdi ki saatlerdir henüz kimseye raslamamıştı.Kumsalın bittiği yerden çam
ormanları,rengarenk zakkumlar ,yabani böğürtlen setleri ,onlara sarmış sarmaşıklar kısaca
yeşilin her tonu başlıyor yukarı toroslara doğru gidiyordu.Yıllar önce Büyük İskender in
ordusunun büyük kısmını bu kumsaldan yürüterek Antalya ya gittiği aklına geldi aralarındaki
fark o yapayalnızdı,yanında bir yareni konuşup dertleşeceği hiç kimse yoktu.Günlerce
buralarda yaşayabilirim diye düşündü.Balık tutmanın bir yolunu buldum mu gerisi
kolaydı.Zira kara tarafındada yaban mersininden tutuverinde böğürtlenlere ,ağaçlara sarmış
üzümlere kadar herşey vardı.Ama Antalya dan olabildiğine uzaklaşmam lazım diye düşündü
zira şehrin en büyük komutanlarından birinin kibirli oğlunu öldürmüştü,Allah’tan ki kadı Konya
ya gitmiş onu beklemeleri gerekmişti yoksa her ne kadar davasında haklı bile olsa bu kadar
güçlü şahsiyete karşı hiçbir şansı yoktu kesin karar idamı olacaktı.Mesleğinin demircilik
olmasının avantajı ile bağlanmış olduğu zincirin anahtarını açmayı başarmış,aynı şekilde
hücrenin de kilidini açarak hapisten kaçmayı başarmıştı.Artık kaçmakla son umut
yargılanmayı bile geride bırakmış bundan sonra görüldüğü yerde kendini katledeceklerini
biliyordu.
Durduk yerde şu başıma actığım belaya bak diye kendi kendine hayıflandı.Aslında pek
durduk yerde de değildi.Komutan yardımcısının oğlunun nasıl kibirli bir baş belası olduğunu
şehirde bilmeyen yoktu.Adam yürüyen bir belaydı.Sanki şehir babasının malıydı serseriliğin
her çeşidi onda fazlasıyla vardı.Gelgelelim herkes kendinden çok sertliği ile ünlü babasından
çekindiği için gencin yaptığı her türlü olumsuzluğu sineye çeker,belasını Allahtan bulsun der
yanından uzaklaşırlardı.Velet de büyüdükce azgınlaşmış artık çekilir bir dert olmaktan
çıkmıştı.Kendisi de herkes gibi yapardı sonuçta şehir küçücük bir yerdi herkes herkesi
tanırdı.Gelgelelim olay günü Atilla denen velet çalışmış olduğu demirci dükkanına gelip kılıç
almak istediğini söylüyor Ustası Rasim ustada ellerinde hazır olan ne kadar kılınç varsa
gösteriyor ama herif gıcıklığını yapmazsa olmaz tabi hepsinde bir bahane buluyor çifte su
verilmiş en güzel kılınçlardan hiç birisini beğenmediği gibi Rasim ustaya hakaretler edip
aşalamaya başlıyor,o da yetmiyor koca ustayı itip kakıyor alay ediyor.Kendisi gençliğin
verdiği heyacan ile bir iki müdahalede bulunmak istese de Rasim ustanın” sen karışma işine
bak!”demesiyle tüm bu aşalanmaları karşıdan bakmakla yetiniyor.Bir süreden sonra bu
seferde kendisine “ne bakıyorsun lan “diyerek hakaretler etmeye başlıyor.Rasim ustanın
uyarılarını çiğnememek için bir şey yapmasa da en sonunda herifcioğlu kılıcını çekip üstüme
saldırıyor.Bak kılınç böyle olur tarzı konuşmalarla kışkırtmalarla durmaz hamleler
yapıyor.Artık bu son yaptıkları kendisini zivanadan çıkarınca zaten demirci dükkanı her yer
silah kaynıyordu can havliyle baltayı alınca adam hepten azgınlaşıp öldürücü hamlelere
başlamasıyla baltayı adamın başını ikiye bölmesi bir olmuştu.Her şey göz açıp kapayıncaya
kadar bitivermişti.Belanın en büyüğüne bulaşmıştı.Katil olmuştu.Aslında yaptığı şey kendini
savunmaktı ama bunu kime anlatırsın ki? Komutan olmasaydı ,Atilla itinin komutan
yardımcısı babası kendini orada infaz ederdi ama komutan olayı dinleyince Konya ya giden
iki gün sonra gelmesi beklenen kadıyı beklemeyi uygun görmüştü. Aslında bundan sonrası
işi kılıfına uydurmadan başka bir şey olmayacağını bildiği için o da hapisten kaçmıştı.Şimdi
her yerde aranan kaçaktı.Üstelik şehrin en güçlü adamlarından birinin tek oğlunu öldürmüş
bir kaçak.
Akşam oldu plajda yattı,bulduğu şeyler ile karnını doyurdu.Yaz günü olduğu havanın da
sıcak olmasından dolayı kendisi için bir sıkıntı yoktu.Kumsaldan yürüyüşünün üçüncü
gününde eski Yunan kentinin birisinin koyuna demir atmış üç dört teknelere yanaştı adama
ihtiyaclarının olup olmadığını sordu.Onlardan biraz azık alıp yedi.Gemicilerin tek başına
buralarda ne yaptığıyla ilegili sorularına kaçamak cevaplar verdi.Onlardan fazla varsa bir olta
vermelerini istedi.Derken karşıdan iki Selcuklu askerinin kendilerine doğru geldiğini görünce
içgüdüsel olarak bir an panikledi ve hızla ormana doğru yöneldi.Yukarı tepeye çıktığında asıl
batı tarafında iki Selcuklu savaş kadırgasının koyda demirlendiğini gördü.İşin kötüsü o onlara
bakarken sekiz on tane askerin atlarla kendi olduğu tarafa doğru yöneldiğini görünce eyvah
dedi.Vücudunun panikten alarm verdiğini hissetti.Emin olamasa da bu askerlerin kendisini
yakalamak için ormana yöneldiklerini düşününce hızla ormanın içerisine doğru koşmaya
başladı.Dağa paralel patikadan koşuyordu.Buraları hiç bilmiyordu yalnızca iç güdüsüyle
hareket ediyordu.Bir dereden gecerken suyunu içti elini yüzünü yıkayıp bir kendine geldi.
Kaçalı altı gün olmuştu nasıl olurda burada bile peşine düşebilirlerdi? Aklı almıyordu.Tabi ya
komutan yardımcısı elindeki tüm devletin olanaklarını kendisini yakalamak için
kullanmıştır.Kesin karakollara ,belki buradaki savaş kadırgalarına güvercinle mesaj
göndermiştir bunun başka bir acıklaması olamaz.Tek çarsi vardı batıda Yunan tarafına
bizansa geçmek.
Koşarken karşı tepenin üzerinde büyük yumurta gibi bir kaya gördü tepenin tam üzerindeydi
oraya ulaşırsa peşinden gelenlerin arazinin nerelerinde olduğunu anlayabilir ona göre kaçış
rotası çizebilirdi.Kayayı hedefleyip zorda olsa bayıra soluk soluğa çıktı.Tahmin ettiği gibi
kaya tüm vadiye hakim tepedeydi.Vadiyi dinledi.Ta aşağılardan sesler at kişnemeleri
geliyordu en iyisi yukarı dağa sarmak diye düşündü ki ardından bir ses duydu dehşetle
dönüp bakınca elinde kılıcı ile bir askerle göz göze geldi.Adam
_ Tuğrul diye kendine seslenmişti.Hemen ters tarafa yöneliyordu ki bir baltanın ıslık çalarak
kendine doğru geldiğini görmesi ile beraber kendini sağa attı balta gelip kayaya çarpıp
kayadan bir çentik parçayla beraber aşağıya doğru döne döne savrulup gitti.Baltayı atan
kılıcını çekmişti.İki asker ellerinde kılınç kendisine doğru yaklaşıyordu.Kendini savunabilecek
hiçbir şeyi yoktu etrafa baktı yerdeki bir taştan öte bir şey göremedi.Taş da askerlerin
tarafındaydı.Ellerini kaldırıp
_ Teslim oluyorum dedi.Askerlerden biri
_ Tuğrul sen misin? diye sordu
_ Evet dedi.Askerler ellerindeki kılınç ile yanına kadar yaklaştılar ve bir anda her ikiside
hamlelerini yapı verdiler iki kılıç çaprazlama böğrünü girivermişti karşıdaki yalçın
kayalıklardan acı dolu çığlığının yankılanması son duyduğu şey oldu.
10 Mayıs 1919.Eski köy denilen bataklık sazlık tan oluşan köyde balıkçılıkla uğraşan Kamil
küçük ahşap teknesi ile denize açılır tuttuğu balıkları köyde yaşayan yörükler ile bazen para
bazende mal takası ile geçimini sağlardı.Yıllarca köyün hemen gerisinden başlayan
dağlardan gelen sel sularını kesmek için babaları dedeleri duvarlar örüp setler
yapmışlardı.Eski köy zaman içerisinde kemer diye anılmaya başlamıştı.Örülen duvarlar ne
kadar dağdan gelen sellerin hızını kesse de eski köy bildiğimiz eski köydü işte.Denizin
hemen gerisinden başlayan dağlardan,kurumayan bataklıklarından
sazlıklarından,sivrisinekler ordusundam , yazları insanın ümüğünü sıkan neminden deniz
kenarında kendi halinde bir anadolu köyüyüdü.İl merkezine o kadar yakın olmalarına rağmen
genelde denizden Antalya ya gelip gitmeye alışkındılar ,doğru düzgün bir yolları bile
yoktu.Yazın korkunç sıcağı ile gelen nemiyle beraber köylülerin çoğu yazlıklara torosların
yukarlarına göç ederlerdi köy yazın hepten sessizleşir terk edilmişliğin melankoliğini kalanlar
ile beraber yaşardı.Bu eksiksiz her yıl yaşanırken bu yıl durum biraz farklıydı zira birinci
cihan harbinden yenik çıkan Osmanlı imzaladığı mondros mütarekesinin sonucunda canım
Anadolu da her geçen gün işgal edilmekteydi.Mart ayının sonunda bir süreden beri ha geldi
gelecek denilirken İtalyanlar vilayetleri Adalya ya çıkıvermişlerdi.Şimdi herkes de bir korku
bir belirsizliğin endişesi vardı.Yaylaya gidecekler gitmekle kalmak arasında bocalıyorlardı.
Vilayetten gelen haberler endişelerini bir nebze de olsa bastırmakla beraber tamamiyle yok
edemiyordu.İtalyan lar şehir merkezine çıktıklarından beridir şehir halkını rahatsız edici
herhangi bir şey yapmamışlar tersine bir çok konuda gelişmiş teknoloji ve bilgilerini şehir
halkının refahı için seferberlik etmişlerdi gidip görmemişti ama ahvalin dilinde böyle
dilleniyordu yaptıkları. Ne yaparlarsa yapsınlar kendisi için bir anlamı yoktu,işgalciler mi?
İşgalciler.Gerisinin hiçbir önemi yoktu.
Kamil in yapısından mıdır yoksa balıkcı olmasından mıdır bilinmez insanlarla ilişkileri hiç bir
zaman gülüm balım olmamıştır.Deniz işte insanı yontup aşındırıyor bir süreden sonra kendi
kendine o kadar çok zaman geçiriyorsun ki sosyalleşmeyi unutuyorsun.Yaban Kamil diye
kendisine boşuna demiyorlar.Lakabı yaban olmuşken kendisi ne olsun? Yabanın önde gideni
haliyle.Ara sıra uğradığı köy kahvesinde hele insanların işgalci İtalyanlar için yok dispanser
yapmışlar,yok limanı tamir etmişler,yok bunlar Yunan gibi değiller hatta Yunan a karşı bizimle
beraberler gibi şeyleri duymak kendisini deli ediyordu. Bir iki sesini çıkarmasa da bazen
kendini kaybediyordu.İşgalci değil mi ülen bunlar siz nasıl böyle konuşuyorsunuz diye ulu
orta bağırıp çağırıyor topunu öldürmek lazım diyordu.Bu gerilim bir süredir köyde fazlasıyla
vardı.Patişahlarına gönülden bağlı köylüler kendilerini geçen ay gelip kesinlikle en küçük bir
mukavemet gösterilmemesi hususunda uyaran yetkililere dinliyor,bu Allahın siktir ettiği yere
gelen giden zaten yok deyip işine gücüne bakıyordu. Kamil de buna kabullenemiyordu.Evet
herşey sözdeydi daha bir İtalyan askeri bile görmemişti hayatlarında değişen hiç bir şey
yoktu ama o biliyordu ki Adalya kalesinde İtalyan bayrağı dalgalanıyordu o bayrak oradayken
kendisine afakanlar basıyordu bunu değiştirebilmek onun elinde olan bir şey değildi.
Ağustos ayı geldiğinde artık nemi sıcağı sivrisineği dayanamayan birçok köylü sürülerini
önlerine atmış yaylalara çıkmışlardı ,köy artık iyice sessizleşmişti.Akşama kadar tuttuğu iki
kova balığı artık sipariş gibi değil anca köy kahvesinde satabilir veya takas edebilirdi.Aslında
kahveye gitmeyi hiç istemiyordu.Sanki milliyetçiler yaylaya çıkmış köyde kalan üç beş sütü
bozuğun tamamı italyancı gibilerdi. Ne zaman kendisini gördüklerinde bir yolunu bulup
İtalyanlar dan sözü acmalarına uzun zamandan beri gıcık oluyordu.Zaten onlarda bunu
istiyor gibiydiler.Aslında bu işgalci severlere balık falan da vermek istemiyordu ama takas
yapmak zorundaydı insan kaç gün balık yer ki?
Yine böyle akşama kadar güneşin altında geçen bir günden sonra balıklarrını satmak için
kahveye gittiğinde aynı tipler aynı muhabbetleri başladılar konuşmaya.Yaban Kamil den teke
tekte tüm köylü çekinirdi ama kalabalık olunca sanki herkes yürek yemiş de Aslan
kesiliyorlardı.Yok italyanlar böyle ,yok Osmanlı şöyle,yok mandacılık daha iyi
olacakmış,medeniyet başkaymış demedikleri yoktu bugün daha bir azgındılar. Bir ara
Mustafa Kemal paşa diye birinden bahsediyorlar padişaha, tüm işgal devletlerine baş
kaldırıyormuş falan,artık Anadolu kan gölüne döndürecekmiş falan derken artık Kamil
dayanamadı
_ Her kim ülkesine işgale gelene baş kaldırıyorsa vatanperverdir diye bağırarak ayağa kalktı.
_ Tersini söyleyenler de haindir satılmış köpeklerdir diye de devam edince son
söylediklerinin kahvede bulunanlara ağır kaçtığını onlarda hep beraber ayağa kalkınca fark
etti ama geri adım atmadı dahada ağırını bir iki ağır küfürle süsleyerek söyleyince kahvede
bulunanlarla bir anda kapışıverdi.Onlar kalabalıktı güçlü kuvvetli olması nihai sonucu
değiştirmiyecekti hangi birine yetsin sekiz on kişilerdi ve belli ki kendinden yana bir hınçları
vardı ve şimdi tamda istedikleri kıvama geldiğini düşünmüş olmalılar ki Allah ne verdiyse
esirgemiyorlardı.Tekme tokat artık neresine gelirse.Kahvedeki ihtiyarlardan araya girmeye
çalışanlar olsada ne mümkün en sonunda Kamil yere düşünce kavga hepten acımasızlığa
döndü can havliyle ayaktakilerden birisinin ayağını asılınca genç hemen yanına düşüverdi ve
o an düşen gencin belindeki altı patları Kamil gördü ve gelen tekmeleri aldırmadan gencin
beline doğru hamlesini yapmasıyla beraber tabancayı gencin belinden alıvardi ve kabzasını
kaldırması ile beraber elindeki silaha hamle yapan yerdeki gencin kafasına ateş etti gencin
beyni bir patlamış içi su dolu bir balon gibi kahvenin kirli beton zeminine dağılıverdi.Silah
sesi bir anda kahveye yıldırım düşmüş gibi bir infial yarattı.Kendini yerde acımasızca dövüp
tekmeleyenler bir anda donup kaldı ikinci kurşunu ayak ucundaki Hamid onbaşı yedi kıvrılıp
yerdeki beyin parçalarının üzerine yıkıldı,ve kahvede bulunan herkes bir anda çil yavrusu
gibi dışarıya kendini atabilmek için birbirlerinin üzerine çıkarcasına kapıya pencerelere
yöneldiler.Yıkılan sandalye masaların gürültüsü Hamid’in acı çığlığını bastırıyordu.Yattığı
yerden belinin ağrınasını önemsemeden doğruldu kapıdan kaçanlardan Korsan Halil in oğlu
Vedat ı gördü evelden beri hep hasmıydı köyde en sevmediği adamdı ve kendisine karşı
herşeyde mutlaka onun bir parmağı olurdu hiç düşünmeden tabancayı ona doğrultup tetiği
bastı,Vedat ile beraber herkes silahın sesi ile yerlerde yuvarlanıp eğilerek dışarıya
kaçıştılar.Kamil hemen ayağa kalkıp kapıya yöneldi Vedat kahvenin sağ tarafına doğru
koşuyordu tekrardan ardından ateş etti ve Vedat ı bu sefer vurmuştu Vedat yere
yuvarlandı.Herkes o koca ihtiyarlar dahi kahveden kaçıp arazi olmuşlardı.Kamil ise yavaş
yavaş Vedat a doğru gidiyordu.Vedat ın yanına yaklaştığında Vedat kanayan midesini tutarak
diğer eliyle havada
_ Yapma Kamil coçuklarıma acı ben ettim sen etme diyordu ama dinleyen kim artık Kamil
eşiğin diğer tarafındaydı duymuyordu bile.Tabancanın namlusu Vedat ın başına doğrultulmuş
şekilde ona doğru yürüyordu.Vedat ne kadar yalvarsa da dört beş adım kala durdu ve tetiği
bir kez daha bastı Vedat ın göğsüne giren kurşun Vedat ı yere yapıştırdı.Herşey bitmişti ama
asıl herşeyin yeni başladığını bir iki nefes çekip adreleneni ,kalp ritmi normale dönünce
anlayıverdi Kamil. “ Allahım ben ne yaptım,ne olacak şimdi “ diye başlayan iç sesi artık hiç
durmuyordu.Katil olmuştu hemde durduk yere.Hemde üç tane adam vurmuştu ,bir değil iki
değil tam üç tane.Sebep? Dövülmek mi? İşgalci seviciliği mi? Hasımlık mı? Neydi sebep?
Bunu hangi kadı dinlerdi ki? Hangi mahkeme gecerli bir neden görürdü? Aslında kavga
anında tamamiyle kendini kaybetmekten kaynaklanan içgüdü ile bilinçsizce hareket etmek
mi? Neyse ne şu son yarım saati hayatından silip atmayı,yaşamamayı o kadar çok isterdi ki;
Ama ne mümkün.Etrafına bakınca ilerde ağaçların,duvarların ,bahce çitlerinin arkasından
köylülerin kendisini izlediğini farketti.O kadar hırslıydı ki yerde yatan Vedat a tekme atıp bir
iki küfür etti.Hep onun başını altından çıkmıştı o kendini tahrik etmişti “ geber şimdi “diye bir
iki tekme daha atıp “Kaç “ dedi kendine “kaç ardına bile bakma” tabancada bir kurşun daha
vardı ve buda onu şimdilik dokunmaz yapıyordu.Önce teknesi aklına geldi deniz insanı
korumaz ki apacık nerede olduğunu kıyıdan herkes görür kürek çekerek kıbrısa mı
gidecek,vazgeçti.Orman a köyün dış evlerinin olduğu yere yöneldi.İyi dayak yemişti her yanı
ağrısa da korku acıyı bastırmıştı.Ara sıra ardına baksa da kimsenin kendini takip etmediğini
anlayınca hızını biraz azaltıp Aslanbucak a doğru sazlık yolundan gidiyordu.Aslan bucaktan
yönünü batıya çevirdi her türlü altarnatifi düşünmüş en iyisi Yunan a kaçmaktı başka çaresi
yoktu.Denizcilik baba mesleği idi denizin olduğu yerde aç kalmazdı.Hedefi istikamet batı.
Kaçmanın düşündüğü kadar kolay olmadığını anlaması pek uzun sürmedi.Vücudunun her
yeri ağrıdan sızıdan kırılıyordu.Kesin kaburgalarında kırık vardı soluk almakta çok
zorlanıyor,özellikle sağ ayağında ciddi travma vardı üstüne basmakta dahi
zorlanıyordu.Zaten tam topuğunun üstünde çoktan bir şişme başlamıştı.Saklanması
vücuduna iyileşmesi için zaman vermesi lazımdı o da Aslanbucak In üstünde ki bildiği
mağaralarda bir süre iyileşmek için saklanmaya karar verdi istikameti kuzeye çevirdi.
Bugün köyden kaçışının neredeyse onuncu günü bir haftadan sonra saymayı
bırakmıştı.Ayağı artık baya iyi üstüne basabiliyor kaburgası tam iyileşmese de rahat nefes
alabiliyor bu zamanda zayıflayıp güçten düştüğünün farkında ama artık gitmeliyim dedi ve
sabah erkenden batıya doğru yola çıktı.
İlk gün geceyi Fashalis antik kentinin yıkıkları içinde geçirdi.Ertesi günü erkenden yola
çıkmak için kalktığında Fashalis in küçük limanda bir balıkçı teknesinin demirlediğini
gördü,tekneyi tanıyordu Yörük Rıza nın teknesiydi.Belli ki gece ava çıkmış sabah da limana
çapa atmış.İnşallah beni görmemişlerdir diye düşündü.Usulca ormana daldı.Tepeye
çıktığında tekne hala limandaydı ama ana yoldan at nal sesleri geliyordu hemen yoldan
ayrılıp ormana girdi. Atlılar kendisinin olduğu yere yaklaşınca konuşmalarını duydu
kendisinin orada olduğunu sanki biliyorlar gibilerdi.Kendini arıyorlardı.Bu nasıl olabilir diye
düşündü.Köyden ayrılalı neredeyse on günü geçti izimi kaybettirdim nasıl olurda beni
elleriyle koymuş gibi bulabildiler.
Oysa kamil in bilmediği şey kendi olayı kriminal bir olay olmasına rağmen iki ölü biri ölümle
penceleşen ağır yaralı Adalya da baya ses getirmişti.Hele hele birde olayın çıkış sebebi
İtalyan ların işkali ile ilgili tartışma olunca eklemesi çıkarmaları ile olay İşgal kuvvetleri İtalyan
ların kulağına kadar gitmişti. O zamanlarda Osmanlının en çok çekindiği bu tür münferit
olayların bile Anadolu yu işgal için bahane arayan dış güçler için işgale ortam sunmasıydı.
Zira Mondoros mütarekesine göre ülke içindeki en küçük bir karışıklık işgale zemin
hazırlaması demekti.Kamill’in yakalanması için bir sürü yazışmalar yapılmıştı derhal
yakalanıp yok edilmesi emrolunmuştu. Bundan dolayı şehir in ve Menteşe kıyılarının tüm
zabitleri aslında her yerde Kamil i arıyorlardı. İşte onlardan bir nefer madası da Fashalis in
su sarnıçlarının olduğuhakim tepede geceyi geçirmişler kamp kurmuşlardı Kamil tekneye
bakarken yukarıdaki nöbetci gözcüde dürbünü ile Kamil i tespit etmişti.Kamil az daha
oyalansa direk tuzağın içine düşecekti hızlı hareket etmesi tuzağın kurulmasına zaman
tanımamıştı.
Nal seslerinden yolda ileri geri askerlerin olduğunu anlayan Kamil hızlandı,dereyi geçti su
içip ferahladı ,arkadaki seslerden ormanda da peşlerinde birilerinin olduğunu anladı
hızlandı.Bir süre sonra tepenin üzerindeki yumurta gibi kayayı gördü tepenin en
yukarısındaydı oradan geçebilirm deyip orayı istikamet olarak aklında tutup bayırı zorlanarak
göğsünün ayağının acıları içinde çıkmayı başardı.Şimdi tüm vadi ayaklarının altındaydı
aşağı ulupınara kadar her yeri görebiliyordu.Yolda iki atlı vardı,kayanın az daha güneyine
gidince aşağıda dört atın bir asker tarafından beklenildiğini gördü.Üç asker nerede diye
düşündü sanki kendisini kızılmış gibi hissetti.
_ Kamil kaldır ellerini teslim ol diye bir ses duydu bakınca taşın diğer tarafından bir askerin
elindeki mavzeri kendisine doğrultmuş olduğunu gördü hemen güney tarafa yönelecek oldu
batı tarafından bir ses daha
_Etrafın sarıldı Kamil teslim ol kacacak yerin yok! deyince geriye dönüp tabancasına eli gitti
ilk el silah sesini o an duydu kendini yere attı kurşun kayaya çarparak vınlayıp sekti.
_ Gelmeyin yakarım diye bağırdı bir el daha sıkıldı kurşun yine kayaya çarptı. Tek kurşunu
vardı ama diğerleri bunu bilmiyordu sıkıp sıkmamakta kararsız kaldı yine sıktılar.Mavzerin
kurma kolunun sesini duyacak kadar yakındılar sağ taraftan gelen askere doğru bir el ateş
etti.
_ Gelmeyin diyorum yakarım ! Acımam. derken kayanın sol tarafından bir silahın kendine
doğrulduğunu gördü
_ Teslim ol diyordu ki Kamil korkutmak için silahını o yana doğrultur gibi yapınca bam diye bir
ses ve silahın namlu ucundaki ateşi gördü gördüğü son şey o oldu.
_ Levent ustam ilk deliği nereye vurayım? diye elinde makkap taşın batı tarafında kurduğu
akrobat merdivenin üzerindeki Yavuz a
_ Bak şu yukarıda solda çizgi gibi bir iz varya ( Patarikos a atılan baltanın çentiği) işte onun
hemen altına dedi:yavuz ise ona çok benzeyen ( Tuğrul a atıln baltanın çentiği ) çizgiye
makkabın ucunu koyunca Levent usta bir adım geri gidip Yavuz a seslendi.
_ Oğlum o değil soldaki çizginin altına diyorum sen sağını solunu bilmiyor musun? Ha işte
oraya vur bakalım hadi. dedi Yacuz makkabı çalıştırınca makkab ucu çok zorlanmadan
kayayı delmeye başladı.Hasan
_ Hiç canı da yokmuş a şuna bak makkap zorlanmıyor bile.dedi Levent usta
_ Mermer granit değil ki zorlansın taraverten ama bunda boşluk,delik yok kumdan yumurta
gibi mübarek biz pek zorlamayacak .dedi İlk deliği açan Yavuz
_ Abi bu tamam diğerlerini nereye açacağız ?
_ Bak aşağıda nokta ( Kamil in kurşun delikleri ) gibi iz varya aha ortadaki noktaya del
dedi.Yavuz orayada deldikten sonra tekrar sordu
_ Bu sonuncu olacak üç kalem lokum bunu un ufak eder dahasına gerek yok onu da bak
sağda bir çizgi ( Homeratos un Akhilleus un kılıcıyla bıraktığı çizgi) var ya onun üstüne vur
dedi.Yavuz onu da zorlanmadan açtıktıktan sonra matkabı elden bıraktı. Hasan
_ Ya abi burası çok güzelmiş hemen patlatmayalım şu meredi oturup keyfimize bakalım
şimdi patlatırsak sonra başka iş çıkaracaklar,baksana tüm vadi ayaklarının altında karşıda
Olimpos dağı tahtalı,diğer tarafta Faselis in sarnıçlarının olduğu tepe ,güneyde çamlık Allah
özene bezene yaratmış burayı bence yemeğimiz şu yumurtaş ın önünde yiyelim ağırdan
alalım ne dersin diye sordu.Levent usta
_ Ülen koca Muğlalı hemende taşa bi isim koyuverdin Yumurtaş öyle mi ? diye güldü.
_ Abi bizim oralada biz pek severiz böle şeyleri,güzel isim ama değil mi yumurtaya benziyor
yumurtaş
_ Güzel güzel.Sana benziyor karşıdan bakan taş zanneder ama yüreği unufak
yumşacık.dedi
_ Levent ustam sande neye benzettin beni biz feleğin çemberinden geçmişiz koca
memlekette gezmediğimiz patlatmadığımız kaya kalmamış ,patlata patlata biz de un ufak
olmuşuz.Bu garibim Allahın siktir ettiği yerde dikilmiş ne görmüş ki?
_ Öyle deme koca Muğla lı,ne diyor Mehmet akif bastığın yeri toprak deyip geçme tanı
düşün altında binlerce kefensiz yatanı dedi
_ İyi de abi o Çanakkale için değil mi?
_ Orası öyle de lakin öylesine acayip bir memlekette yaşıyoruz ki,Anadolu’nun her yerinden
tarih medeniyet fışkırıyor, onun için kim bilir dağ başında dediğin bu kaya bile nereler
görmüş nelere şahit olmuştur bilemezsin dedi.Hasan
_ He ya Denizli Honaz tünelinin bağlantı yolunda kaç bin yıllık goca bi kent bulmuştuk
zamanında.dedi Levent usta
_ Aynen öyle Hasan ım hadi bu senin yumurtaş biraz daha bekleyedursun şurda güzel bi
öğle yemeği yiyip manzaranın keyfini çıkaralım sonra kırarız yumurtayı,Yavuz git
kamyonetten kumanyaları getir hadi koçum.deyip yere oturarak sırtını kayaya dayadı.
SON