Hay böyle saate de saatin alarmına da…Kafamı yastıktan kaldırmaya çalışsamda yatak
yapışkan otu olup,sarıp sarmalamış bırakmıyor. Kapalı radyoymuşum da şimdi off dan on’a
getirilmişim. Afrika’nın tüm kabileleri kafamın içine toplanmış birbirleriyle yarışırcasına en
kötü ezgileri çalıp,başımı çatlatırcasına tepiniyorlar.Başım çatılıyor.Parmağımı kıpırtacak
dermanım yok.Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki;sormayın. Kurulmuş saat halden anlar
mı? Kalk diye alarm kendini yırtmakta diretiyor. Değil kalkmak başımın içerisinde fırtınalar
koparan alarmın sesini kesmek için ertele düğmesini basmaya güc bulamıyorum. Bu ne
kadar devam etti bilemiyorum; birden içimden kopan bir öfke fırtınası beni komidinin
üzerinde kendini yırtan saate savurdu.Değil alarmı kapatmak saati kablolarıyla beraber çekip
diğer taraftaki duvara fırlattım.Tam bir ege şivesi ile dilime gelen tüm küfürleri saatin
arkasından katıksız yolladım
Duvara şiddetle çarpan saatin parçaları odanın sağına soluna
dağıldı.Bir parçası duvardaki eyfel kulesi tablosunun çerçevesine değmiş olacak ki tablonun
simetriği sağ taraf lehine bozuldu. Bunu görünce nerden geldiğini anlamadığım bir intikam
sonrası rahatlama hissi geldi kendi kendime konuşmaya başladım.
_ Koduğumun saati.Yıllardır uykumun en güzel yerlerinde o iğrenç metalik sesinle
uyandırdın.Hadi bakalım sıkıyorsa kaldır bakalım bir daha kaldırabilirsen. Gözüm sağa doğru
meyil kazanan tabloya takıldı. İnsan bu demir yığınını niye yatak odasına asar ki diye
düşündüm.İğrenç.
_ Sana da iyi oldu paslı pislik dedim. Yatakta oturmuş haldeyim.Öç rahatlaması bile hala
kendime getirmeye yetmedi. Derinden bir ses “kalk geç kalıyorsun”diye uyarınca yataktan
zorla olsa doğruldum. Yerde parçalanan saatin plastik oval gövdesini görünce,sanki
kaçacakmış gibi ayağımı yavaşça altına sokup ani yukarı doğru vurarak duvarla gövdeyi bir
kez daha buluşturdum. Doksan artı bir de gol atmışcasına yumruğumu havaya kaldırıp “işte
bu” diye sevinç çığlığı attım. Lakin bu hareket başka bir alarmın tetikleyicisi oldu. Midem
öylesine berbat bulandı ki elimi indiremeden banyoya doğru koşmaya başladım. Banyonun
kapısına vardığımda içimdeki bataklık çağlayanları öğürtü ile yukarı çıkmaya
başlamıştı.Oluşan basınç kulaklarımı çınlatıyordu. Son bir hamle ile klozetin alt kapağını bile
kaldırmadan kusmuğu klozetin içine bocaladım.iğrençti. Gözlerimi açtığımda gördüklerim çok
daha büyük tetiklemeyi başlattı.Gözlerim kapalı olsada kırmızı domates,sarı mısır tanelerinin
ışık yansımaları göz kapaklarımda dolaşıyordu.Gözlerim kapalı kafam klozetin içerisinde
akşamdan kalan her şeyi çıkarmaya çalışıyordum. Kapalı göz kapaklarını biriken
gözyaşlarım kilitlenen kirpiklerini delip geçmeye çalışıyordu.Mide yi hiç sormayın. Sırt
derilerim sanki göbek deliğimden çıkmaya çalışırcasına kasılıp ileri ataklar yapıyorlardı. İki
elim klozetin iki yanını tutmuş klozetin kara deliğinin beni içeri çekmesini engel oluyordu. Git
gide öğürtüler karavana, mideden dışarıya çıkanlar havaya dönünce artık yeter diye
düşünüp el yordamı ile sifonu basıp,çoşkuyla gelen sudan kafamı korumak için burnumu
çeke çeke kafamı havaya kaldırdım. Yerdeki fayansların soğuk baskısının dizlerim üzerindeki
acısı en önemsiz şeydi. Çağlayan coşkulu suyun geride delil bırakmamasını ümit ederek
pisuvarın boşalıp şamandıranın yerine oturmasının sesine kadar gözlerimi açmadım.
Gözlerimi açtığımda kapak ardında bekleyen gözyaşları,burnumun içinden akan kayımcak
pis sıvıyı birinciliği kaptırmamak için yanaklarımdan inmeye başladı. Klozette suyun es
geçtiği yerlerdeki kalıntıları görünce bir iki öğürme daha gelse de depo boşalmıştı artık.
Derin derin nefes alıyor,gözümü,burnumu elimin tersi ile kurulamaya çalışıyorum.Sifonu
üçüncü kez çekişimdi.İçimdeki bunaltı devam etse de önceki panik atak gibi değildi.Şimdi de
sorun boğazıma takılan bir cisimdi.Mide asidinden yanan yemek borum,keçeye dönmüş
ağzım bile boğazıma takılan o minnacık şey kadar rahatsızlık vermiyordu. Elimi yüzümü
yıkadım. Defalarca gargara yapmaya denesemde o inatçı keçiyi takıldığı yerden dışarıya
çıkaramadım. Dolaptaki maden suyu aklıma geldi. Havlu ile kurulana kurulana dolaba
yöneldim.Limonlu maden suyundan bir iki yudum içsem de boş midem sodanın soğuğundan
rahatsız oldu. Babamın eski sistem çiğ Türk kahvesini hatırladım.Raftan aldığım Türk
kahvesinden iki çay kaşığı atıp,suyla ağzımda kalan peltelerini çalkalayıp
yutunca,fokurdayan midem dinginleşiverdi.Ağzımdaki keçe yerini üç beş kahve
peltelerine;kusmuk kokusuda mis gibi kahve kokusuna bıraktı. Memleket kokusu.” Ah
memleket” diye içimin yanması mide yanmasını söndürüverdi.Memleket özleminin,hasretinin
yanında midenin esamesi mi okunurmuş…
Kafamı kaldırınca aynada berbat,sefil halimi gördüm.Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Göz
altı torbaları belirginleşmişti. Burnum,yüzüm beyazdan kızıla çalıyordu. Yıkanmış nemli
yüzümde renk değişimleri gözlerimi alıyordu. Ne geceydi ama diye düşündüm.Eh bu kadar
kalıntı ,çöküntü elbet olacaktı.İçkinin,eğlencenin,çılgınlığın dibine vurmuştum. Eh Çılgınlık
benim de hakkım ,bugüne kadar hep kontrollü oldum da ne oldu diye kendimi rahatlamaya
çalışsam da,niçin bu kadar berbat hissediyorum anlamıyorum.
O akşamcılar,o disco senin bu bar benim gezen gece kuşlarının sabah uyanışları acaba hep
böyle mi oluyordu? Eğer böyleyse iğrençti hiç de gıpte edilecek bir tarafı yokmuş diye
düşündüm.Beni anca iyi bir duş paklar deyip hemen banyoya yöneldim.
Sıcak duş gerçekten çok iyi gelmişti. Duşta iken dün akşamı düşünüyorum. Kafamdaki kayıp
puzzle parçaları var onları bulmaya çalışıyorum.Aslında öncesinde herşey berrak olmasına
rağmen ne olduysa otel odasında olmuştu. Sonrası flu’ydu.
Bugün dört temmuz.Amerika’nın en büyük bayramı. Bayramın gelişi üç temmuzdan
başlamıştı. Ortramlar kendini günler öncesinden bugüne hazırlamıştı. Kendisi de aynı
şekilde. Günler öncesinden dakika dakika her şeyi planlayıp son şekline getirmişti.Şöyle.
Üç temmuz 2024.İşyerinden şehir merkezine döner dönmez,üstünü değiştirip aylar
öncesinden rezervasyon yapmış olduğu şehrin en klas restaurantına,kiralık limuzin ve şehrin
en pahalı manken gibi iki klas eskortla giriş yapmıştık. Her biri servet değerindeki Fransız
şampanyalarını yudumlayarak nefis yemekler yemiştik.Yemekten şehrin en gözde gece
kulübünde bize tahsis edilen özel locada,ortamdakileri çatlatacak tarzda çılgınlar gibi
eğlendik. Gelen yeni katılımcılara hayır demedik. Alkolün, dumanın,dansın kahkahaların
eşliğinde tam anlamıyla gecenin ,eğlencenin hakkını vermiştik. Noktayı nere de mi koyduk?
Şehrin en güzel otelinin kral dairesinde. Otlu,kafalı üçlü alemi yaptıktan sonra kızları odada
bırakarak eve dönmüştüm.İşte otelden sonrası flu.Adi kızlar kesin bir halt yediler. Neyse ne
yaptılarsa da bundan sonra bir önemi yok.Zaten böyle yaşam biçimine o kadar uzağım ki
aynadaki halimi görünce buna şükür demekten kendimi alamadım.
Hem herşeyi ben isteyerek yaptım istedimki uzatma dakikaları az bi farklı, sıradışı olsun.
Olur ya diğer tarafta” onu bunu yaptın mı” diye sorarlarsa “ yok yapmadım”
demeyeyim.Hayatta her şeyden azda olsa tadacaksın.
Adım Hakan Tengri.Türküm. Burdur’un Gölhisar beldesinin bir dağ köyündenim.Olacak olan
çocuk bokundan belli olur derler ya; çocukluğumdan diğer çocuklar ile farklılığım açık ara
belliydi. Zekiydim. Çalışkanlıktan öte tam bir dört göz, inektim. Orta öğretimimi devlet parasız
yatılı olarak okudum. Liseyi Fen lisesinde yine yatılı ,üniversiteyi odtü bilgisayarda farklı farklı
burslar yardımı ile okudum.Odtü’de yüksek lisansınmı bitirip akabinde Amerika’nın en
seçkin üniversitelerinden biri olan California institute of technology de master yaptım. İşim
yazılım ve bilgisayar üzerine. Tabiri yerindeyse hani işinin uzmanı derler ya; işte yazılım ve
bilgi işlem üzerine işinin uzmanı ben oluyorum. Sen kalk Burdur’ un bir dağ köyünden
çabalaya çabalaya git dünyanın en iyi firmalarından birinde hakkıyla işini bul. Sonuçta hiç bir
çaba heba olmuyor.
Şu an Spacex firmasında sekiz yıldan beri çalışan tüm dünyanın tanıdığı patronum Elon
Musk ın cep telefonunda özel cep numaramın yazılı olduğu o Turco ben oluyorum.Ne kadar
kolay değil mi, bir pragrafta herşeyi yazıverdim. Sanki tüm hayatım bir paragrafa sığıverdi.
İşin orası öyle değil. Onlar yalnızca konu başlıkları. Asıllar yazılmış olanlar değil, yazılmamış
olanlar.Size kendimde bir kaç örnek vermem gerekirse.
Mesela,dehşet derecesinde inattım. İçimde hiç sonu gelmeyen bir başarı özlemi vardı.
Herşeyi en iyi yapan,her soruya cevabı olan,hep parmakla gösterilen olmak
zorundaydım.İnektim, kurulmuş saat gibi programlıydım,beni en çok kızdıran şey o ağır
programın aksaması veya aksatılması.Hep meşgul ,hep okuyan,araştıran;bulduğunu
tartışmayacak kadar narsist kişilik bozukluğunda olan. A sosyal,kibirli,ezik.Şaşırdınız değil
mi? Hem kibirli hem de ezik, fakirdik hem de çok fakir tabi insanlar karşıdakileri dış giyimi
kuşamı ,markalar yardımı ile değerlendirdikleri için onlara göre eziktim,ama ezikliğimi
bastıracak kadar da kibirliydim sınıf arkadaşlarımın ezilip büzüldüğü sınavlarda ben hep
onlardım. Ortalamanın üç dört olduğu sınav onlar için sürpriz olmasa da olur; ya kırk yılın
başında benim dokuz alamam onları daha çok şaşırtırdı . Dokuzu da bilmediğimden değil
emin olun muhtemelen hocanın bilmediğini yazmamdan dolayıdır.
Tüm öğrenciliğim yatılı ve burslu geçti. Yaşamımın tamamı dersdi başka bir şeye hayatımda
yer hiç olmadı. Beden eğitimi, müzik, resim gibi herkesin bayıldığı dersler benim için işkence
zaman kaybından başka bir şey değildi. Arkadaşlık ,dostluk…Onlar da neymiş bu kavramlar
bana o kadar uzaktı ki. Aile ? Onda bile çok ciddi sıkıntılarım vardı. Beş dakikada
dağarcıkları bitiyordu. Sevgimizden en küçük bir şüphem olmasa da taraflar arasında bir
şeyler paylaşılmaz ise aile arasındaki ilişkiler bile çok yavan oluveriyor.İnsanların ilgi alanları
beni hiç cezbetmiyordu.Zaten bir süreden sonra çevremdeki herkes de benim iflah olmaz bir
inek olduğumu görüp benden uzaklaşıyorlardı.
Aldığım burslar bana fazlasıyla yetiyordu.Üniversitede proje olarak girdiğim iki tübitak
yarışında da kendimi göstermiştim.
Klişe söz Amerika’ya ilk geldiğimde çok zorlandım dersem sakın ola inanmayın. Buraya
kendi memleketim Türkiye den bile çok daha kolay adapte oluverdim. Ortam tam benlikti.
Burası toplama insanların ,göçmen kolonilerinin yaratmış olduğu bir ülke olduğu için kimse
kimsenin ne yaptığı ile pek ilgilenmiyor. Bakmayın siz öyle özgürlükler ülkesi denmesine.
Evet özgürlük var ama burada özgürlük o kadar pahalı ki elde etmek çok bedelli.Ödeyen alır
ödeyemeyen yaya kalır,kendini sokakta bir kartonun üzerinde buluverir. İdeallerine amacına
ulaşmak için kimin ne yaptığı ile ilgilenmez amaca odaklı eşek gibi çalışırsın.Yoksa buraların
hiç acıması yok.İlk istasyonda trenden atılırsın.
E çalışmak bana özgü en iyi yaptığım şey. Haliyle burası tam bana göre.İmkanlar
geniş,kaynaklar istemediğin kadar bol. Kısaca bizim oraların deyimi ile mera geniş, ot bol
yayıl yayıla bildiğin,semirene kadar.Ben de aynen öyle yaptım. Geliştim, geliştim ,daha da
geliştirdim kendimi.Master yaparken çalışmaya başladım. Alışkındım uykusuzluğa hemde
tam zamanlı,benim için gece gündüz,uyku dünek fark etmiyordu.Kısa zamanda kendimi
gösterdim dolgun maaşlar,kat kat yükselen gitgide genişleyen ofisler,güzel paralara
transferler ve son nokta Spacex de starling projesi; hani şu komplocuların yere göğe
sığdıramadıkları proje var ya işte o projede kilit çalışanlardan biri oldum.O projenin
yaratılmasından tutunda olgunlaştırılıp son haddine gelmesine kadar her evrede
masadaydım ve masada olmaya devam ediyorum.Belki starling in ne olduğunu
bilmeyenleriniz vardır. İsterseniz kısa bir özet geçeyim.
Starling 12000 tane 227 kg dan hafif uyduyu uzaya gönderip farklı üç konumda
dönengeçlerine yerleştirerek; kendi aralarında lazer iletişimi ile dünya etrafına muhteşem
hızda yayın yapan bir internet ağı kurmak.Evinize kuracağınız bir anten ile tüm dünyada
hatta dünyanın el değmemiş yerlerinde Afrika dan tutunda Avustralya nın ,Arabistan çöllerine
kadar bir anten ile muhteşem bir internet sağlayıcısı. Güzel değil mi? Nerede olursan ol
internet emrinize amade. Ne halt yiyorsanız o internet ile ?
Bazı sebeplerden dolayı henüz tam istediğimiz gibi bu kurulumu yapamadık. 12000 uydunun
şu an yalnızca 7777 tanesi faaliyette ve hemen hepsi kuzey yarım küreye hizmet veriyor.
Sonuç da, çok başarılı.36000 km de dönen dev telekom uydularına göre yarı kapasitemizle
bile onlarda gecikme 240 ms iken bizde şu an 27 ms.Bir milisaniye ne kadar değerli değil
mi? Tabi bunu facebook ,instagram bakan klevye entellektüelleri gibi düşünmeyin.
Borsa,askeri ,bankacılık gb birçok sektör için işte milisaniyeler hayati önem taşıyor; tabi bu
da bizim Musk’ a iyi para getiriyor. Patron şimdiden dünyanın en zengini olsa da yakın
gelecekte en yakın takipçisine açık ara fark atacak, bundan en küçük şüphemiz yok. O artık
rakipsiz.
Az çok kendimi tanıttım nereliyim,hangi okulları bitirdim ,nerde çalışıyorum hani kim milyoner
olmak ister programına katılsam söyleyeceklerim bunlardan farklı şeyler olmazdı. Lakin siz
beni hiç tanımıyorsunuz. Yani şöyle de diyebilirim son birkaç yıldır ben de kendimi
tanıyamıyorum.İçime bir muhalefet mi ,terörist mi ,yoksa aktivist mi desem bir yılan
çöreklendi, beni yiyip bitiriyor.Bir süreden beri değil sormak,aklıma bile gelmeyen sorular
beni esir aldı benliğimi kemiriyor. Ne ,neden,niçin ,böyle mi olmalıydı,bak işte neden sonuç
falan da filan… Kafam hiç durmuyor,zihnimi kontrol edemez oldum. Beyin neronlarımın
arasında siyahlara boyanmış otoyollar oluşmaya başladı.Kendimi o otoyolların faresi gibi
hisseder oldum; çıkamıyorum ,her sapağa geldiğimde çıkacağım diyorum ama olmuyor,bir
kedi çıkıp gelsede beni durdursa dedim ama ne kedi ne köpek var. Otoyol yalnızca bana
hizmet ediyor.Otoyol faresi olarak o kadar dolaşıp duruyorum ki kenarda bucakta bir kuş bile
yok ki beni durdursun.
Yapa yalnız bir adamım,ne akıl verip yol gösteren var.,Ne düştüğüm çıkmazlardan ,kör
kuyulardan çıkmam için elini uzatan. Önceleri kendi mualefetliğimi kendim yapıyordum ama
bir süreden sonra muhalif olan kanadım da kopup uçtu gitti. Saatin zembereği boşaldı. Son
gelmeden bu bitmeyecek bunu anladım ve artık koyverdim gidişine.İnceldiği yerden
kopsun.Yani benim gibi deha psikopatların koyvermesi de bir başka oluyor, bunu ilerde sizde
şahit olacaksınız.
Jilet gibi traşımı olunca elim yüzüm bir nebze açıldı. Üstüne en güzel bayramlık takım
elbisemi de çekince tip olarak pek bir boka benzemesem de mevcut şartlardaki en iyi halime
ulaştım.Ortaya çıkan görüntüden ben bile keyif aldım.Tam çıkıyordum ki evi kol koçan
etmediğim aklıma geldi. Ayakkabımı giymiştim evde hayatta ayakkabı ile gezmem ama
bugün nedense bunu hiç önemsemedim. Ceketimi çıkarıp yatak odasına girdim, yatağın
örtüsünün simetrisini kontrol ettim, tekli koltuğun ayaklarının ucunda kırık saat parçalarını
gördüm onları aldım.Banyo zaten tamamdı. Mutfağı kontrol ettiğimde her şey yerli yerinde
olduğunu gördüm. Ev benim evim olalı beri hiç bu kadar temiz ve düzenli olmamıştı. Aslan
yattığı yerden belli olur derler ya; sonuçta yarın buraya gelecekler ne pis adammış
demesinler. Hatta geçen hafta iki gün temizlik şirketi eve ekip gönderdi her yeri bal dök yala
yaptılar.Para olunca her yerde,her şey kolay oluyor.
Lobiye inesiye kadar koridorda,asansörde karşılaştığım insanların bağımsızlık günlerini
kutladım. Benim gibi a sosyal birinden hiç beklenmeyecek bir hareketle lobide çalışanların
bizzat yanlarına giderek tek tek kutlamamı yaptım. Bugün üzerime bir iyilik meleği inmiş.
Karşılaştığım herkese gülücükler dağıtıyorum. Bağımsızlık günü ya zaten havada mutluluk
polenleri cirit atıyor. Belki lobide çalışanlar bendeki bu değişikliği ona yormuşlar olabilirler.
Plaza ile işyerim spacex kompleksinin arası konumda yaklaşık 38 kilometre gösteriyor.
Sehrin merkezinden çıkmak zaman alıyor,yoksa çevre bağlantı yollarına çıktın mı yol akıp
gidiyor.Genelde yarım saat,hadi olsun kırk dakikada spacex’in merkez binasına ulaşıyorum.
Bugün farklı.İstiyorum ki yol hiç bitmesin.İnsanda ilkler ne kadar önemli ise sonlar da bir o
kadar önemlidir. Niye bir yakının cenazesini gitmek o kadar önemlidir hiç düşündünüz mü?
Zira onu son bir kez daha görme şansınız olmasından dolayı.Eğer bu son fırsatı kaçırırsan
artık onu anca rüyanda görebilirsin.Mesela beni ele alalım ,ne annemin ne de babamın
cenazesinde bulunabildim. Halalarımı ,büyük dayılarımı ,amcamı saymıyorum bile.Diğerleri
ne ise de en azından annemi babamı son bir kez olsun görmek istemez miydim
hiç…Memleketten binlerce kilometre uzaklıkta okyanuslar ötesinde duvarlara baka baka
ağladım.İçimdeki o korkunç acıyı kimseyle paylaşamadım. Ağlamak için bile olsa bir dost
omuzunun ne demek olduğunu o zaman anladım.Ha bunda kabahat kimde diye soracak
olursanız? Elbette bende,zira ben bu yaşıma geldim kimsenin acısına ortak olmadım ki
birileri de benimkine olsun.Tek tanıdıklarım işyerindeki mesai arkadaşlarımdı, onlara bile
annem öldü babam öldü demedim.Abilerim vefat haberi verirken başımız sağ olsun dediler.
Kimse bana şahsıma münhasır başın sağ olsun bile demedi.O günlerdeki duygularımın
benzerleri bugün içimde dönüp duruyor.
Her gün bakıp da göremediğim birçok şeyi bugün görerek yola devam ediyorum. Sanki
farkındalığım arttı. Tabelalar,sağa sola koşan insanlar ,koca gökdelenler,sokaktaki
evsizler,yanan sönen trafik ışıklarının renkleri,beni geçen sürücüler,arabaların içinde ilgiyle
dışarıyı izleyen çocuklar ,yol çizgileri daha neler neler…Bir ışıkta yanımda duran arabanın
arkasındaki bebek koltuğunda oturan yaramazla bir an göz göze geldik,benden
beklenilmeyen bir hareketle önce çocuğa kaş göz hareketi yaptım. A bir de ne göreyim
yaramaz karşılık veriyor. Ona güldüm ,el salladım o da bana el salladı ışık biraz daha
yanmasaydı iletişimimiz dahada ileri gidebilirdi.Yanımdan hızla kalkış yapan yaramazın
arabasını bir an takip edeyim diye içimden geçirdim; belli ki babasının acelesi vardı ben ise
bu son günümde acele etmek en son istediğim şeydi.Arabanın arkasından bakarken
hayatımda hiç bir çocuğu kucağıma almadığım aklıma geldi. Onlar için bazı yerlerde melek
diye bahsedildiğini okumuştum,mis gibi kokarlar falan deniyordu acaba bir bebeğin kokusu
nasıl olurdu? Hiç tecrübe etmedim.
Tüm yol boyunca yaptıklarımdan çok yapmadıklarım aklıma geldi durdu. Bilge adamın “
yaptığımdan değil yapmadıklarımdan pişmanım” sözü aklıma gelince ne kadar doğru bir
tanımlama yapmış diye düşündüm. Düşündükce yapmadığım ne de çok şey varmış. Başarı
başarı derken hayatı çoktan ıskalamışım da haberim yokmuş. E artık bunun telafisi yok.
Kıçını yırtsan mümkün değil geçmiş geçiyor ve zamanı geri alamıyorsun.Bundan dolayı
herkesin önceliklerini çok iyi belirlemesi lazım ,yanlış hedeflenen amaçlar doğru sonuçları
götürmüyor. Zamanı geri alabilmenin ve filmi başa alıp senaryoyu değiştirebilmenin de
herhangi bir yolu yok.
Ben hedefimi başarı ,kariyer olarak koymuştum.Bunları fazlasıyla yaptım. Lakin son günlerde
anlıyorum ki yanlış hedef seçmişim. Gün olacak köyde yaşayan abimleri kıskanacağım
aklıma gelmezdi ama şu an onları fazlasıyla kıskanıyorum. Babamın”altımız bok üstümüz
bok bizdeki keyif beyde yok” demesini eskiden bir anlam veremezdim ama şimdi ne büyük
mana taşıdığını çok iyi anladım. Anladım da herşey için artık çok geç,zamanı geri alma
düğmesi yok. Aslında uğraşsam belki onu da icat edebilirim ama ona da benim zamanım
yok.
Son gün son gün deyip duruyorum eminim çok meraktasınız ne yapıyor bu adam diye. Hatta
eminim büyük çoğunluk psikolojik bunalımda olduğumu,intihar falan edeceğimi düşünmüştür.
İşin aslı öyle değil. Bu arada bugün yalnızca benim için değil, sizin de son gününüz. En
azında alıştığınız yaşam tarzınızın sonu.Ben hem öyle psikopat veya bunalımlı bir tip
değilim. Bu tür insani duygular yakın zamana kadar bana çok uzak olan şeylerdi. Ben sapına
kadar gerçekci,realist hatta materyalist bir kişiyim.Mantık her zaman duygularımın bin kat
üzerindeydi,çocuk bile olsa önüne bakmadığı için düştüğünde canı yandığı için üzülenlerden
değil bir daha önüne bakmazsa düşüleceğini öğrendiğini düşünenlerdenim.Bugün sabahtan
beri beni içine alan melankoli bana o kadar uzak şeyler ki, şimdiden rahatsız oldum.Hadi sizi
çok merakta bırakmayayım.
Ben bugün bu dünya var olduğundan beri yapılmış,hatta yapılabilecek en büyük terörist
saldırıyı yapmak için gidiyorum.Hani derler ya dünyanızı başınıza yıkacağım aha işte ben
bugün onu yapacağım. Dünyanızı başınıza yıkacağım.Başlangıçta bana çok kızıp lanetler
okuyacaksınız .Fazla değil bir süreden sonra yeni dünyanıza alıştığınızda bana dualar
edeceksiniz. En azından ben öyle umuyorum.Aslında bunu sizin ve sizin üzerinde
yaşadığından bile haberi olmayan bu dünya için yani mavi gezegenimiz için yapıyorum.
Yoksa iş çoktan çığrından çıktı dönüşü olmayan yöne doğru çoktan gidiyor. Eğer ben bunu
yapmaz isem zaten bir süre sonra yakın gelecekte bu kendiliğinden olacak. O zaman
yaşanacak bir dünya kalsa üzerinde yaşayacak insan ,insan kalsa üzerinde yaşanacak bir
dünya kalmayacak.Siz işinizde olun ben bu denklemi öylesine güzel çözdüm ki benim
eylemimden sonra dünyada insanlarda yerli yerinde kalacak ama az bir farklı olacak. O
kadar kadı kızında da olur yani ,hiç olmamasından çok daha iyidir değil mi?
Ben yalnızca hem dünyayı hemde insanlığı tehlikeye atan o medeniyet denilen tek dişli
zannedilen ama otuz iki dişli canavarın dişlerini çekecek,insanlığa geçirmiş olduğu
pençelerini sökecek,çok doğurganlık yaratan s.kini kesecek,herşeyi gördüğünü iddia eden o
mendebur gözünü oyacağım. O canavarın tüm tüylerini yolup ,uzuvlarını kesip boynuna bir
ip bağlayıp bakıma muhtac kendine faydası olmayan bir şekilde sikkeye çakacağım. Artık
bundan sonrası size kalmış,onu tedavi mi edersiniz yoksa öldürür yok mu edersiniz sizin
bileceğiniz şey. Tercihiniz sizi bağlar bana fark yapmaz.
Hayatta kimse için kılını kıpırdatmamış ,bir eli yağda diğer eli balda olan ben şimdi sizler için
kendimi feda ediyorum. Umarım bunun kıymetini bilirsiniz.Zira bu yapacağımı yalnızca bir
maçın devre arası gibi düşünün. Bu kalıcı kesin çözüm değil. Bu yalnızca dünyaya ve
üzerinde yaşayan bir süreden sonra yaşadığı yeri bozup yok etmesiyle ünlü insan denen
parazite verilmiş olan kısa bir ek zaman; artık bu zamanı nasıl kullanacağınız sizlere kalmış.
Seçimleriniz sizleri bağlar. Sonuçları da yapacağınız tercihler tayin eder. Şunu da bilmenizi
isterim sonucuna siz veya sizlerden sonraki nesiller katlanır.
Niçin kesin çözüm değil dedim onu biliyor musunuz? İlk önemlidir,ilki düşünüp yapmak icat
etmek önemli.Dünya kurulduğundan beri yapılabilen ilklerin binlerce katı 20. yy’ın son
çeyreğinde ve 21.yy’ın ilk çeyreği bitmeden yapıldı. Şu an ki insanlık bu yapılan ilkleri doya
doya yaşadı.Alışmış kudurmuştan beterdir derler zamanenin insanları tüm bu ilkleri ve
devamını doyumsuzca yaşayıp semiriyoruz. Doymuyor dahasını çok daha fazlasını
istiyorsunuz. Bilim adamlarının, çevrecilerin, aktivistlerin dünyayı ve insanlığı düşünen aklı
salimlerin hiçbir uyarılarını dinlemiyorsunuz.
Alışkanlıkların,tüketimin kölesi olmuş durumdasınız.Bu kadar tüketime ne dayanır. Sınırsız
arzulara sınırlı kaynaklar nasıl karşılayabilir.Hadi vazgeçin desem.Alışkanlıklarınızı düzeltin
desem,cevap belli.Olur mu hiç,mümkün değil dersiniz. Sizin mümkün değil dediğiniz herşeyi
bugünkü eylemle yarın ben sizin yerinize mümkün kılacağım.
Yarından sonra kaldığımız yerden devam edelim diyebilirsiniz,sonuçta alıştınız ya. İkinciyi
yapmak ilki yapmaktan her zaman çok daha kolaydır.İşte püf noktası burası. Ben size
yalnızca ilk ile ikinci arasındaki zamanı sağlayacağım, bir mola gibi düşünün.Nacizane
önerim aklınızı başınıza alıp geçmişteki hataları tekrar etmeyin. Narsist,egoist ,bencil ,aptal
olmayın dünyamızı sahip çıkın,çıkın ki kızılderili abimin dediği gibi bu dünya size babanızdan
miras kalmadı torunlarınızdan borç aldığınızı bilin.
Delinen ozon tabakasını,eriyen buzları, ekosistemde yok olan türleri,yok olan toprakları,iklim
değişikliğini,dünyanın ve insanlığın kanını emerek semiren kuzey yarım küreyi,minimal
yokluğun içinde yaşayan güney yarım küreyi,tüketim furyasını,hunharca kullanılan dünyanın
enerji kaynaklarını,acı çeken ,aç yatan insanları düşünün.Bu düzende oyun kurucuların
kurdukları oyunlar ile nasıl kendileri vampir olup semirirken diğerlerinin çektigi acıları
düşünün.Dünyanın en zengin ilk on insanının sermayelerinin nasıl oluyorda dünyanın
yarısının elindeki toplam sermaye ile eşit olabilir onu düşünün.E uzadı bu konuşma ,onu
düşün bunu düşün… Ben yapacağımı yapayım da siz ne yaparsanız yapın. Herkesin
doğrusu kendine.
Kafamın içinde bir sürü ipe sapa gelmez düşünce döne dursun tesisin ilk giriş kapısına
geldim .İlk kontrol,ikinci,üçüncü derken bizim ofisin önüne kadar geldim. Buradaki güvenlik
kontrolü kişiye has tamamıyla elektronik, el,parmak,göz ,kart derken hani sizin bir roket
uzaya atılırken ekranlardan gördüğünüz yönetim ,kontrol odaları varya işte şu an onlardan
birindeyim.İki kademe sıralar halinde her masada çifter bilgisayar ,duvarlarda dev ekranlar
elektronik cenneti.Normal zamanlarda çok çalışanın olduğu oda bugün çok sakin. Zira bugün
Amerika nın kurtuluş günü bayram. Biz amerikalı olmadığımız için koca yönetim kontrol
odasında iki hintli mühendis,iki tane amerikalı ve ben topu topu beş kişiyiz. Geçmiş
tecrübelerimden bugün başka kimse de gelmeyecek.Yılda bir şükran günü bir de dört
temmuz iki gün böyle oluyor; minimum aktivite, minimum personel. Artık bir tür yazısız
gelenek olmuş gibi bir şey.
Her ne kadar Amerikalı olmasak da burada yaşıyoruz, herkesin dört temmuz bağımsızlık
günlerini kutladım. Benden pek böyle insani davranışlara alışkın olmayan personel onların
en kıdemlisi ve bir nevi şu an bu odadaki en üst mevkili olmamdan dolayı gayet sıcak cevap
verdiler.Zaten böyle bayram günlerinin kendine has bir pozitifliği vardır ya herkes benim de
ekstra pozitif davranışımla neşe katsayıları daha da arttı.
Öğlen yemeğine kadar herşey olması gerektiği gibiydi. Sırayla iki posta nöbetleşe öğle
yemeğine gidip geldik. Aynı işlemler ,aynı konuşmalar ,aynı kontroller zaten aktivite
minimum da olduğu için hiçbir sıradışılık yok,mesai tamamlıyoruz.Herkes yemekten dönünce
sekiz aydır üzerinde geceli gündüzlü emek verip olgunlaştırdığım planıma start verdim.
Kahve makinasına gidip beş tane kahve yaptım. Biri normal diğer dört tanesi az bir katkılı ,
kötü bir şey değil içene az bir uyutuyor.
_ Beyler bugün kahveler benden. Amerika lı olmasamda burada yaşıyorum ,kendimi sizden
hissediyorum ,alkol almasak da kahvelerimizi Amerika şerefine kaldırabiliriz değil mi? diye
elimdeki kahveyi de kaldırıp bir yudum içince herkes böyle bir daveti icap etti haliyle.Bir
Amerikalıyı her ne olursa birşey mi içirmek istiyorsanız, doldurup eline verin Amerika nın
şerefine deyin hemen içer. Beşli grup masanın etrafında toplanmış güle oynaya şerefe der
gibi karton kahve bardaklarını tokuşturuyoruz.Hızlı içmeleri lazım onun da çözümü basitti
önce Amerika için dedim,herkes kaldırıp içti. Sonra Amerikan idealleri için dedim tekrar
tokuşturup içtik. Sonra spaceX için dedim,tekrar içtik. Sonra starlink için dedim tekrar içtik,
en son dünyanın en iyi patronu için fondip diye bağırdım.Tokuşturup fondip yapıp bardağı
masaya vurdum onlarda gaza geldiler aynı şeyi yaptılar. İçine az soğuk su katılarak ılıtılmış
ama asıl bol iki yudumu dahi atı uyutacak uyku ilacı katılmış katkılı kahveler ile ne güzel
bağımsızlık günününü kutlamıştık..
İlk düşen rotacı sıska Hintli oldu,diğerleri ne oldun derken ikinci hintli birinci hintlinin üstüne
düştü. Sıra şişman Can daydı. İsmi Türk ismi gibi olduğu için onu gördüğümde Türkiye
aklıma gelirdi ve son olarak operasyon şef yardımcısı düştü sanki onun yüzünde ne oluyor
der gibi son anda bir şaşkınlık ifadesi vardı.
Oda bana kalmıştı.Operasyon başlasın. Hemen cebimdeki iki usb yi iki bilgisayara takıp
açtım.Gerekli komutları verip ayarlamaları yaptıktan sonra güvenli
k önlemi olarak izola bant ile dört uyuyanın ellerini ayaklarını bantlayıp ayak altından çektim.
Masaya dönüp usp deki yazılımın verdiği komutların nasıl uygulanmaya başladığını kontrol
ettim.Sonra kontrol yönetim odasının güvenlik bilgisayarına girerek gerekli kameraları
görebileceğim şekilde ayarlamaları yaptım;herhangi ters bir durumda acil durum protokolünü
hemen harekete geçirebilecek şekle getirdim.
Benim fazla değil yarım saate ihtiyacım vardı. Bu yarım saat içerisinde herhangi bir dış
müdahalenin olmaması gerekiyordu. Eğer böyle bir müdahale söz konusu olursa tek
yapmam gereken odayı dışarıdan girişe kapatmam gerekiyordu.Onlar içeriye giresiye kadar
ben yapacağımı yapardım. Hepsi hepsi yarım saat…
Sizce ben ne yapıyorum? Hani yolda gelirken manyak bu kesin intihar edecek falan diye
düşünenler vardı ya,gerci sonradan baya bir ipucu vermiştim yapacağım eylem ile ilgili ama
bilmem tahmin edeniniz oldu mu?Şimdi işim başımdan aşkın ama sizi de pek merakta
bırakmak istemiyorum. Olur ya sonra durum sarpa sarar anlatmaya vaktim olmayabilir.Şimdi
iyi dinleyin bir daha anlatmam ona göre.
Şu anda dünyanın farklı katmanlarında dönen bizim starlink leri çıkardıktan sonra yaklaşık iki
bin kadar faal çalışan çeşitli devletlere ait uydular var.36.000 km yukarıda dönen dev
telekom uydularını saymazsak bu uyduların çoğu askeri,teknoloji ,gözetim amaçlı kullanılan
uydular.
Bizim starlink uyduları üç katmanda 550 km irtifada alçak dünya yörüngesinde (LEO ) 1700
adet,hemen uluslararası uzay istasyonundan 140 km yukarıda devinlenecek; 1150 km
irtifada KU ve KA bandında çalışan 2800 adet; 3277 adet de V bandında çalışacak yalnızca
340 km irtifada toplam 7777 adet starlink uydumuz var. Aha işte bugün o 7777 adet starlink
uydusu benim askerlerim ve yukarda ne kadar askeri,teknoloji uydusu var ise onları hedef
alıp yok edecekler. Uluslararası uzay istasyonu da nasibini alacak en azından ben öyle
umuyorum. Bence şaşırdınız ,kimse böyle bir şey beklemiyordu değil mi? İntihar mış ne
büyük vizyonsuzluk.
Olay çok karmaşık gibi gözükse bile aslında çok basit anlattığımda ne kadar haklı olduğumu
sizde tecrübe edeceksiniz.
Uzay,dünyanın çevresi artık bir çöplük gibi, eminim bunu duymuşsunuzdur. Yani bunu da
duymadıysanız yuh olsun size.Yıllardır sözüm ona insanlık yararına atılan uyduların ki bu
60.000 den fazladır. Bunların çoğu ömrünü tamamlamış çöpe dönmüştür. Bazı başarısız
denemeler keza aynı şekilde. Çarpışan uydular mı dersiniz bir sürü aktif olmayan uydu
dünyanın etrafında dönüp duruyor. Yeni atılan uyduların ömrü bittiğinde onların olacağı da
eninde sonunda bu.Bunlardan çok azı düşüşe geçip dünya atmosferinde yanıp küle
dönüşüyor. Bir çoğu da saatte 24.000 km hızla değirmencinin kör beygiri gibi nedensiz
dönüp duruyorlar. Bence beygire ayıp oldu, onun bile değirmen taşını döndürmek gibi bir
amacı var.
Şimdi uzatmayalım bu uyduları temizlemek ile ilgili birçok bilim adamının çalışmaları oldu.
Patronum Elon Musk da onlardan biri. Bu çöp uyduları temizlemek için ömrünü dolduran
starlink uydularını kullanacaktık,bu projede de Mr Musk ın yanında hep ben vardım.Oda
şöyle olacaktı.
Biz spacex olarak starlink uydularında kripton ( Süperman ile bir ilgisi yok,periyodik cetvelde
nadir bir element) gazını ısıtarak çalışan mini iyon manevra iticileri yerleştirdik. Bu hızlı ve
çevik iticiler ömrünü tamamlayan uyduları atmosfere sokup parçalayarak buharlaştırmasını
sağlayacak,Anladınız mı ? Yoksa daha açıklayayım mı? Hani uydu çöplüğünden
bahsetmiştim ya ne zaman ki bir starlink uydusu ömrünü tamamlamak üzere son deminde
serseri mayın gibi dolaşan işlevsiz çöp uyduya yönlendirip çarparak dünya çekim alanına
düşürecek ve gerisini zaten sevgili dünyamız yakıp küle dönüştürerek halledecek.Uydunun
% 95 atmosferde yanacak geriye bir tek silisyum karbür malzemesi yeryüzüne düşecek,o da
neredeyse % 70 sularla kaplı olan dünyamızın çoğu okyanuslara düşecek. Tabi çölde kutup
ayısı isen senin kafana da düşebilir.Bence artık anlamış olmanız lazım.
Benim bugün yapmaya çalıştığım, uzayda dönen 7777 tane starlink uydularını birer mermi
gibi kullanarak ne kadar askeri teknoloji uydusu var ise hepsini avlayacağım. Onları
atmosfere düşüreceğim. Dünyayı yönetenlerin ellerinden en büyük silahlarını alıp onları iki
yüz yıl öncesine göndereceğim.Ha ha ha ha İki yüz yıl öncesine.
Artık denizlerde ,okyanuslarda hoyratca gezinen nükleer denizaltılar öyle ellerini kollarını
sallayarak dolaşamayacaklar. Kıtalar arası füzelerde kör olacak;değil diğer kıtayı bulmak
hangarın yolunu anca çekiciyle bulabilecekler. Havadan havaya ,karadan havaya ,karadan
karaya ,denizden karaya ,karadan denize atılan tüm güdümlü füzeler güdülemeyecekler.
Uçaklar pilot ancak pusulaya veya kutup yıldızına bakarak yollarını bulacaklar. Özel
operasyon askerlerinin yaptığı kıyımları ta bilmem kaç bin km öteden kahvesini içerek
seyreden ülke yöneticileri operasyon sonrası çak yapamayacak. Daha sayayım mı?
Dünya nükleer belasından kurtulacak.Denizaltıların tamamı su yüzüne çıkacak.Artık
teknolojisiyle,ateş gücü ile bilmem kaç bin km ötedeki bir azgın sadist zengin devlet gelip
teknoloji yoksunu garip devletlere sömüremeyecek daha say saya bildiğince…Ha tabi sen de
bunlardan etkileneceksin o kafanı kim kime dürtmüş, kim kime girmiş çıkmış,kim ne bok
yemiş derdinden kurtulup kafanı facebook ,instagram dan o cıvıltılı ekrandan kaldıracaksın.
Kafanı kaldırınca belki yaşadığını anlayıp dünyaya bakar niçin,neden,kimim tarzı soruları
kendine sormaya başlarsın
Çözüm ne kadar basit değil mi? Pasif uyduya değil, aktif uyduya nişan al ,ruhuna fatiha.Nasıl
bilirdiniz ? Adettendir! “İyi bilirdik “
Tabi bu işi yapmak o kadarda kolay değil bunu anca benim gibi bir inek,veya deha yapabilir.
Uçaklarda olduğu gibi her uyduda iki uydu çarpışmasın diye küçük jiroskoplar yani
yönlendirme sistemleri var. ABD hükümetinin bu konuda uyduları hem birbiriyle,hemde
uzayda dolaşan uydu çöpleri ile çarpışma önleme birimi var.İşlerinde de çok başarılılar.
Onları atlatmak imkansız gibi. O imkansızı ben ve askerlerim bugün başaracağız.
En büyük avantajımız benim askerler hızlı, hemde çok hızlı. İşte bizde hızımızla onları
yakalayacağız ve yakaladığımızı Osmanlı tokatını basacağız.Niçin Osmanlı tokadı dedim
onu anlayananız var mı? Sizde bir şey anlamıyorsunuz canım. Çünki ilham kaynağım
Osmanlı tokadı da ondan. Yoksa Türk olduğum için değil.Anlatayım.
Haçlı seferleri zamanı bir iki seferden sonra haçlılar karşılarında muhteşem Türk süvarilerini
görünce ne yapsalar başarılı olamıyorlar.Ölçüp biçiyorlar ve şövalyeliği buluyorlar.Atları dahil
her yeri zırhla donatılmış şövalyeler devrin tankları gibi. Artı uzun kılıçları ile yanlarına
yaklaştırmıyorlar. Her yerleri zırh. Ok ,kılıç ,bıçak işlemiyor. Neyse uzatmayayım ileriki
seferde bizimkiler karşılarında bu ironman leri görünce bir şey yapmıyorlar ve haçlılar
kazanıyor ama bizimkilerin elleri armut toplamıyor. Türk bu, savaş ondan sorulur. Genetiği
bunun üzerine evrimleşmiş.Sonuçta bizimkiler tam tersini yapıyorlar. Askerin ,atın üzerinde
ne varsa herşeyi atıyorlar. Süvarinin eline bir bıçak bile vermiyorlar. Gönüllülük esasında
deliler denilen bu grup sirkte at cambazı gibi eğitiliyorlar. Atın altından girip üstünden
çıkıyorlar,atın üstünde her türlü cambazlığı yapıyorlar.Eğitimleri de inanın çok basit.
Meydana dikilen kütükleri gece gündüz tokat talimleri yapıyorlar.Böyle bir talim hayal
edebiliyor musunuz? Yat kalk kütüğe tokat at.Kütüğe yumruk atarsan parmakların kırılır. Dik
vursan elin acır. Lakin at tokatı bir şey olmaz. Bir süreden sonra hızın arttıkça,tekniğini
oturdukça gürbüzden etkili olmaya başlar. Şimdi haçlı şovalyeleri düşünün; her yeri zırhlı
demir adamlar,çok sağlamlar ama bir o kadar da hantallar. Bizim deliler ise şövalyelerin tam
tersi çok hafifler ve bir o kadar da hareketliler. Hantal şovalye karşıdan atın üstünde sirk
cambazı gibi yere inen ,atın altından geçip üstüne çıkan ,sağdan girip soldan binen soldan
geçip sağdan binecek derken ama o tersine soldan binip şaşkınlık içinde seyreden
sovalyeye yaklaşıp da “ne bok yiyon lan buralarda “deyip o meşhur Osmanlı tokatını
basınca şövelyeyi bindiği attan düşürüyor. Sonrası malum. Vinç tarzı kaldıraçlarla üç dört
kişinin yardımıyla atına binebilen tank şövalye attan düştü mü savaş dışı kalıyor. Değil ata
binmek düştüğü yerden kalkamıyor. İşi bilen için iş yapmak ne kadar kolay değil mi? Biraz
önce küçücük 260 kg lık starlink uydularla koca dev uyduları nasıl etkisiz hale
getirebileceğimi düşünenlere kapak olsun.
Bizim starlink ler aynen bizim deliler gibi küçük ama hızlı ve atik. Diğer uydular kocaman
ama hantal. Önemli olan bizimkisi ona bir değsin görev tamamlanır. Zira mutlaka zarar
verecektir. İlla yok etmesi ,dünya yörüngesini itmesi gerekmiyor. Arızalanan uyduya hadi
servisini arayalım da tamir mi ettirelim diyecekler. “Ya ustam gelmişken sola çekiyordu,rot
ayarı mı kaçmış onu da bir bakıver mi” diyecekler? Hiç bir şey yapamayacaklar. O milyar
dolarlık canım uydu gitti çöpe. İş bu kadar basit.
Yapılacak hiçbir şey elbet öyle size anlattığım kadar basit değildir, bu eşyanın tabiatına
aykırı.Mesela şu an benim en çekindiğim şey birincisi o uydulardaki yönlendirme sistemleri
,ikincisi ABD uydu takip departmanı. Zira eminim bizdeki farklılığı şu an kesin tespit
etmişlerdir,ne oluyor diyorlardır. Zira uydunun tapusu sende bile olsa uzayda öyle
istediğin,kordonda gezer gibi istediğin hareketi yapamazsın. Ben şu anda binlerce uyduyu
yeni konumlarını almaları için çoktan gerekli komutları kendilerine bildirdim ve onlar şu anda
bu komutların gereklerini yapmak ile meşguller.
Bunu da şöyle hallettim tüm asker uydularım belirli mesafeye kadar yaklaşıp ötesine
geçmeyecekler. Yani bir tür kılıç mesafesinde avını bekleyecekler. Bu mesafe potansiyel bir
tehlike arz etmeyecekleri için ,evet değişikliği muhtemelen fark edecekler ama o kılıç
mesafesinin dışında oldukları için “acaba” diyecekler.Zaten bugün ulusal bayram olduğu için
onlarda minimum çalışan ile işi götürüyorlardır. Eğer çalışan bir tehlike sezerde acil
protokolünü devreye alırsa bayram gününde herkes eğlenirken zaten ağır gelen mesai
hepten kabusa döneceğini bildiği için o kritik mesafenin dışını pek nazari dikkate
alınmayacaktır. En azından ben öyle umuyorum.
Hesaplamalarıma göre tam saldırı pozisyonunu almamız için gerekli zaman yirmi yedi
dakika. Bu yirmi yedi dakika hayatımın en uzun zamanı. Şimdiden on sekiz dakikayı geride
bıraktık ve herşey planladığım gibi gidiyor.Üç katmanda ki tüm uydularım artık ben onlara
delilerim diyorum, aldıkları komutları harfiyen yerine getiriyorlar. İnsanlar dünyada en
azından Amerika da vur patlasın çal oynasın kuruluş gününü kutlarken, şu an yukarıda da bir
o kadar hareketlilik var. Tabi bunu gören yok en azından bir iki görenin olması muhtemeldir o
da benim gibi kontrol odalarında çalışanlar. Henüz bir mana ,anlam veremediklerini tahmin
ediyorum.Onlar bir bilene danışadursunlar ,onlar da daha bir başka bilene. Dakika oldu yirmi
iki. Kaldı beş dakika.
Telefonum çaldı. Arayan Elon Musk, bu da aklıma gelmedi değil. Kesin kuşlar haber
uçurmuş . Onun arayacağını ön görmüştüm ama en azından benden önce genel müdürle
falan konuşur diye düşünmüştüm ama yanılmışım. Akıllı adam benim burada olacağımı
tahmin etmiştir ve direk beni arıyor.Telefonda bazı insanları bekletemezsin ama beklemek
zorunda. Patron en azından üç dakika daha beklemek zorunda. Telefon elimde gözüm ana
konumlama ekranında bekliyorum telefon sustu. Sonra tekrar çalmaya başladı ben yine
beklemedeyim. Sonuna kadar çalıp sustu. Bekledim ki çalsın ama çalmadı. Hemen ben
aradım zira birilerini buraya yönlendirmesi şu an en son isteyeceğim şey.
_ İyi akşamlar sayın patronum. Mutlu bağımsızlık günleri diye ilk konuşan ben oldum kibar
adam
_ Teşekkür ederim Oğuz uydularda acayip hareketlilik olduğu bana bildirildi.
_ Ne gibi patronum herşey normal sıra dışı olan hiç bir şey yok.
_ Nasıl yok Oğuz? Bana söylenen internet sağlayıcısının yaklaşık yirmi dakikadır kesik
olduğu ve ulusal uydu takipten aradılar bizim uydularda anlam veremedikleri bir hareketlilik
varmış. Bu ne demek?
_ Patronum şu an odadayım ve ekranda her şey olağan gözüküyor bana üç dakika izin verin
bir kontrol edip size hemen geri döneyim
_ Acele et çabuk bekliyorum deyip telefonu kapattı.Sağ olasın büyük büyük patronum bana
lazım olan zaten üç dakikaydı. Artık sen beni ararsın,zira milyarlarca dolarını lunaparkta
çarpışan arabalar gibi uzayda o canım uydularını çarpıştırıp heba ettikten sonra benim
yüzüm tutmaz seni aramaya,yani yüzsüzlüğünde bir sınırı vardır.
Dakika 27.Askerlerim delilerim şimdi hepsi pozisyonlarını aldılar ve tek hücum komutu ile
saldırmaya hazırlar.
HÜCUM.Elveda medeniyet.
Herşey on dakikada oldu ve bitti.Binlerce bilim adamlarının dünyanın en zeki insanlarının
geceli gündüzlü çalışmaları ,harcanan milyarlarca dolar on dakikada duman olup uçtu
gitti.Eminim dışarda ortalık birbirine girmiştir ama bulunduğum odada her şey o kadar sakin
ki,çok katkılı kahvemden içiyorum artık gerisi beni hiç ilgilenirmiyor.Başarı başarı diye diye
hiç ettiğim hayatımı daha da berbat bir duruma düşüremem. Öyle kırmızı tulumlar,elde
ayakta kelepçeler ,bitip tükenmez sorgu sualler,dört duvar arası pek bana göre değil. Bu
aşamadan sonra hiç çekemem. Onun için bizim oralarda bir laf vardır” Abbas yolcu bağlasan
durmaz”. Kalın sağlıcakla. Ha bu arada size de bir vasiyet bırakıyorum bana küfür etmeyi
bırakıp dikkatlice okuyup uygularsanız,şimdikinden çok daha sağlıklı iyi bir medeniyet
kurabilirsiniz. Yoksa sonradan benim gibi bir çılgın daha çıkar, o çürük medeniyetinizi
ortadan tutup kırıverir.Elveda.
Vasiyetimdir.
Patlattığım uydular hep kuzey yarım kürede olmasından dolayı Güney yarım kürede bulunan
devlet yöneticilerine sesleniyorum.Kuzeydekiler size gelecekler ,ne olursunuz en azından bir
süreliğine olsun uydularınızı kullanmamız için bize izin verin diyecekler. Zira artık o teknolojik
üstünlük ellerinden gitti. Onlar şu an acınacak derecede yaralılar, denizaltıları, füzeleri,
borsaları ,uçakları artık aklınıza ne gelirse hepsi kör topal. Karar verirken ellerinde bulunan
teknolojiyi kullanarak yıllardır ensenizde boza pişirdiklerini sakın ha unutmayın.Onlardan
ellerinde bulunan zenginlikleri sizinle paylaşmalarını isteyin. Size bu yardımlarınızı ilerde
fazlasıyla geri ödeyeceklerini bu günleri unutmayacaklarını söyleyecekler de sakın ha
inanmayın.İş onların düşündüğü gibi olmayacak. Öyle uzaya kısa zamanda uydu falan
gönderemeyecekler. Ben olmasam da delilerim nöbetteler. Deli danalar gibi dolanıyorlar
kafasını uzatanı al aşağı indirecekler. Bilin istedim.
Güney Amerika ülkelerini Afrikayı zenginleştirin,onlara paylaşmasını kanırta kanırta
öğretin.Belki paylaşmanın ne muntazam bir duygu olduğunu öğrenirler de bir daha üç kuruş
için gariban ülkelerin üstüne gitmezler.
Eko sistemi koruyun.Tabiatı sevin. O berbat şehirlerden kırsala çıkın. Tek bir dünya olduğunu
unutmayın,fırsatınız varken yapın, yapamadıklarınızdan pişman olmayın,parayı kariyeri
,gücü değil sevgiyi arayın. Eski ekran bağımlılığından kurtulun kurtulurken de canınız
sıkıldıkça bana küfür etmekten de vazgeçin.Mutlu yaşayın.
Oğuz Tengri.
SON