Karanlık.Karanlık.Koca zifiri kapkaranlık.Allahım bu nasıl bir işkence.Sanki ana rahmine geri
dönmüştü, ama bu sefer bilinci yerindeydi. Otuz üç yaşında kendini bulmaya
çalışırken,tökezlemiş yaşamdan kopup tekrardan rahmin içine girivermişti.Hemde öyle
dokuz ay falan değil tahminen iki yada üç gün anca olmuştur ama karanlık kendisinden
herşeyini almıştı. Artık düşünemiyor,durduğu yerde duramıyor hatta nefessiz kalmış ,soluk
bile alamıyordu.
Gökyüzünü bir daha görmek,kafasını havaya kaldırıp o derin maviyi ,beyaz parçalı kaosun
içinde dans eden bulutları seyretmeyi ne çok arzuluyordu. Daldan kopan bir yaprağın döne
döne yere inmesini ,toprağın bir humus kokusunu,çiğ tanesinin ayakkabısını
ıslatmasını,hışırtıyla bir dalın kıpranışını,yüzüne vuran bir sam yelini hayal ediyordu.Bir
köpek havlaması,kuş ötmesini duyabilmek… Kısaca kendini sarıp sarmalayıp hunharca
boğan bu karanlık hücreden dışarı bir kez olsun kurtulabilmek için hayatının geri kalanını
vermeye hazırdı.Artık bunun kurtuluşunun olmadığını inanmaya başlamıştı. Diri diri kendini
mezarın içine atmıştı.
Olmayan psikolojisi hepten,çöküp yok olmuştu.Karanlık öylesine kendini kaplamıştı
cehennemin ateşine razı gelir durumdaydı.”Allahım ne olursun beni kurtar bu dipsiz
kuyudan” diye durmaz yalvarıyor göz pınarlarını kuruturcasına ağlıyordu.Panik vücudunu
tüm benliğini kaplamıştı.Panik atak değil ard arda bitip tükenmez krizler geçiriyordu.Buradan
kurtulsun da her türlü cezaya yıllarca sürecek hapse esarete herşeye razıydı.
Kaç kez duvarları tekmelemiş bağırmış çağırmış dışarıya sesini duyurmak için yapmadığını
bırakmamıştı ama ne mümkün.Ne bir ses ne de nefes.
Ne kadar sakin kalamaya çaba gösterse, mümkün değil olmuyordu.Yapamıyordu.Biyolojik
saat diye bir kavram kalmamıştı.Hiçbir şey düşünemiyordu.Arzuladığı tek şey ne pahasına
olursa olsun buradan çıkabilmekti. Gerisinin hiçbir önemi yoktu.Elleri metal duvarı vurmaktan
inanılmaz acıyordu.Vücudunun her yeri kırılıyordu.En çok da nefes alamıyordu. Zorlanarak
aldığı her nefeste öleceğini zannediyor bu son bu son ama son da gelmiyordu.
Levent Aksak Otuz Üç yaşında Burdur Tefenni nin Kırkağaç köyünden. Bekar. Konya
Karatay üniversitesi İlahiyat mezunu,aynı üniversite de master yapan.Hafız. Altı çocuklu
rençber bir ailenin en küçük oğluydu.Hayat tanımlaması çok basit olanlardan, tüm yaşamı
tek bir paragrafa sığanlardandı.
Yaşamı canım Anadolunun değişmez kaderi ile aynı doğrultudaydı.Garibanlık,fakirlik,cahillik
yokluk,imkansızlık uzat uzat uzatabildiğin kadar…O da bu bozkırda açan kardelenlerden di.
Bozkırda kardelen olur mu demeyin olunca oluyor işte.Zekiydi,akıllıydı,çalışkandı,edepliydi ,
dayanıklıydı.Anadolunun zorlu bozkırında açmaya büyümeye,hayatta kalmaya çalışan bir
kardelendi.Fark edilmemesinin mümkünatı yoktu. Zira kaderine razı olan bir sürü kuru otun,
çakır dikenin arasında onu fark etmemenin mümkünatı yok, hemen göze çarpıyordu.Ben
buradayım diyordu.
İki öğretmenli üç sınıflı köy okulunda farklılığı daha birinci sınıfta kendini göstermişti.Bir kez
duyduğunu,gördüğünü unutmuyordu. Allah vergisi bir analitik düşünce yapısıyla
akranlarından çok farklıydı. Hani büyümüş küçülmüş denilir ya; onlarandı.Biraz ipe sapa
gelmez bence zekasını kontrol edememesinden olsa gerek yaramazlığı olsa da o kadar kadı
kızında da olurdu.
Doğup büyüdüğü köy küçücüktü .Herkes herkesin ne yiyip ne içtiğini ,hangi mintanı kaç
paraya aldığına kadar bilirdi.Araştırsan zaten köyün neredeyse tamamı birbiriyle akraba
derecesinde iç içeydi.Bir başka ortak özellikleri ise herkes neredeyse aynı derecede gariban
fakirdi. Yoktu birbirlerinden farkları.
Levent beşinci sınıfına geldiğinde hocası çocuğun kafası çok iyi okusun diye babasına
muhtara kadar girişimde bulunsa da bu fukaralıkta onun tahsilini devam edebilmesinin ne
mümkünü vardı.Tek çare olarak ilde ki yatılı imam hatip okuluna vermekten başka çare
bulunamadı.Ailesi her ne kadar pek istekli olmasa da hocanın ısrarı ile kendilerine bir yük
olmayacağı kanaat getirdikten sonra Levent imam hatip lisesine yatılı olarak kaydedildi.
_ Bak dediklerimi aldın değil mi?
_ Aldım abi.
_ Alt tabanı bir ay dayanacaksın başka yolu yok.
_ Dayanırım abi.
_ Bakayım peyniri tulum alsaydın.
_ Tulum aldım zaten.
_ İyi.Bak içerde canın sıkıldıkça elin katığa gitmesin sakın.Sonra bir hafta da her şeyi
bitirirsin sonrası kalırsın aç, açıkta.
_ Yok abi yapmam gıdım gıdım, bana ne öğütledi iseniz hepsi aklımda.
_ Onu bilesin hani olurya bir terslik olur biz otuz beş gün diyoruz ama hani bürokratik bir
şeylerden sıkıntı falan çıkarsa bu süre uzayabilir. Ne olur olmaz yolculuk bu neyle
karşılaşacağın belli olmaz, temkinli olmakta yarar var.Poşetleri nasıl kullanacağını denedin
mi? diye en berbat soruyu sormuştu.İçerde tuvalet ihtiyacını soruyordu.
_ Denedim abi sorun yok.
_ Aman en çok ona dikkat et unutma dört metre karede gideceksin, sonra her şey birbirine
girer içerde bir ay mahvolursun.dedi
_ Yok abi denedim.İlaçlar ,su ,peksimet,bisküvi,peynir tamam.” Hadi gir bakalım, iki üç güne
gemi gelecek Kanada da limanda seni karşılayacaklar. Kal sağlıcakla” deyip kucaklaşıp
vedalaştıktan sonra konteynıra Levent girdikten sonra dışardan konteynırın kapağı kapatılıp
mühürlendi.
Şimdi yol boyunca ki tek arkadaşı olacak zifiri karanlık ile baş başa kalıvermişti.Canlı canlı
mezara girmek diye buna derler herhalde diye düşündü.
Levent Burdur imam hatip lisesinin orta ve lise bölümünü yatılı olarak okudu.Kendini orada
da göstermişti.Daha orta bölümdeyken üst sınıflardan arkadaşlarının takıldığı okula yakın
özel yurt evlerine takılmaya başlamıştı.Orada okulun berbat yemeklerinden daha güzel
yemekler yiyebiliyor , ev ortamının havasını koklayabiliyor , bir koltukta divanda kimsenin
onu rahatsız etmesinden rahatsız olmadan bir şeyler okuyabiliyordu.Rahat rahat namazını
kılabiliyordu.Hem özel yurttaki büyük abilerinden yararlanabileceği bir sürü sohbetlere
katılabiliyordu.Pek ihtiyac duymasa da harclık bile veriyorlardı.Baharın sık sık pikniğe
gidiyorlardı.İki taraf için de kazan kazan muhabbeti vardı.Gerci kendisinin onlara verdiği bir
şey olmamasına rağmen eksik olmasınlar onlar cömertce herşeyi ona veriyorlardı.Özel
yurttaki diğer arkadaşları da aynen kendisi gibi ortak özelliklere sahiplerdi.Zeki,çalışkan ,dini
bütün, fukara,genelde kırsaldan gelen öğrencilerdi.
Lise ikiye geldiğinde hafız olmuştu.Hemde sedası da baya iyi olmasından dolayı çok güzel
kuran okuyordu.Artık özel toplantılarda,mevlütlerde,hayırlarda büyüklerinin yanında kuran
okuyor çoğu zaman da bu okumadan dolayı eğer dışardalarsa ceplerine harçlık falanda
koyuyorlardı.Para bile biriktirir olmuştu.Biriktirdiği parayı iki üç ayda bir evci olarak köye
gittiğinde annesine gizlice veriyordu.Hayırlı evlattı. Herkes ondan razıydı.
Asosyalın en önde gideniydi.Sakin bir kişiliği vardı.Kimsesiz olmanın mamurluğu ona
yapışmıştı adeta, kendi halindeydi.Dersleri her zaman iyiydi.Özellikle kuran,din derslerini
diğer sosyal derslerden daha sevdiğinden midir bilinmez her zaman tam puan
alırdı.Sessizdi. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz,zayıf ,narin bir yapısı vardı.Bedenen
spora hiç yatkınlığı yoktu.Bazen arkadaşları ile oynadığı futbolda bile eşleşirken hep en son
alternatifsiz kaldığında takıma alınanlardandı; Gerçi kendisininde böyle bir isteği yoktu.
Levent oturduğu yerde çaresizliğin pençesinde adeta artık aklını kaybetmek üzereydi ki
birden deprem oluyor gibi bir sarsıntı hissetti.Karanlıkta hiçbir şey görmese bile bulunduğu
konteynerın sağa sola ,öne arkaya doğru hareket ettiğini anlayınca konteynerin gemiye
yüklenmekte olduğunu hemen anladı.Ayağa kalkmak istediğinde sırt üstü yuvarlandı
dengesini korumaya çalışarak avazı çıktığı kadar bağırıp duvarları yumruklamaya
tekmelemeye başladı.Ne yapıp yapıp dışarıdakilere sesini duyurabilmesi için bunun son
şansının olduğunu biliyor ona göre canını dişine takmış bağırıyordu. Duvarı tekmelerken,
aynı zamanda hareket halindeki konteynırda dengesini korumaya çalışıyordu.Fazla geçmedi
büyük bir gürültü ile konteynerın hareketi sabitlenip durdu.Artık Levent için dışarıya burada
olduğunu duyurabilmesinin son bir iki saniyesiydi denemediğini bırakmadı. Ara sıra durup
dışarı dinledi, ama yok tık yoktu, derken bir gürültü koptu belli ki içinde bulunduğu
konteynırın üstüne başka bir konteyner konmuştu.”Eyvah” dedi.Artık sağdan soldan giderek
azalan gürültüler ile bir süreden sonra ortam tamamıyla sessizleşince yüklenmenin
tamamlandığını anladı.
Başını iki kolunun arasına alıp ağlamaya başladı.Kendinden nefret ediyordu.Nasıl olmuş da
böyle bir işin içine düşmüştü.İki üç günü burda geçiremezken şimdi bir aydan fazla zaman
burada nasıl geçerdi? Mümkün değil dayanamaz, kesin ölürdü.Keşke çabuk ölsem diye iç
geçirdi.Eğer intiharın en büyük günahlardan birisi olduğunu bilmese şimdiye kadar kendini
çoktan öldürür bu işkenceyi yine de katlanmazdı.Katıla katıla ağlıyordu.”Ne yapacağım şimdi
nasıl dayanacağım buna “diyordu.Düşündükçe nefes almakta zorlanıyordu.Yine bir süre
böyle kalmışken kötü bir kokunun ortalığı sardığını fark etti.Bu neydi şimdi dedi.Işığı açınca
aklına ilk gelen şeyin olduğunu anlayıverdi.Büyük tuvaletini yaptığı naylon poşeti koyduğu
kalın çöp poşeti biraz önceki hengamede patlamış konteynerin içi adeta tuvalete dönmüştü.
Hemen ışığı açıp sağa sola savrulmuş olan pisliği temizlemeye başladı.” Hayatım da işte
böyle boka döndü “ diye düşündü.Etrafı güzelce temizledi.
Biliyordu ki artık bir gemideydi.Artık karadan kopmuştu.Geçmişinden anasından
babasından,canım anadoludan,ülkesinden tüm yaşanmışlıkların dan herşeyden
kopmuştu.Gemi yola çıkmış mı yoksa ne zaman çıkar bilemezdi. Zira hiç böyle bir tecrübeye
sahip olmadığı olanı da bilmediği için zerre fikri yoktu.Bildiği bir şey var ise artık dışarıya
sesini duyurabilmesinin mümkünatı yoktu.O artık uluslararası transatlantik devasa
gemilerinin birinde yüklü sayısız konteynırlardan birisinin içerisinde dört metre karelik
,kapkaranlık bir alanda bilinmeze yolculuk yapıyordu. Kendisini nelerin beklediğini bilmese
de neden kaçtığını çok iyi biliyordu. Vatan haini ilan edildikleri canım ülkesinden kaçıyor iltica
ediyordu. Herşey artık o kadar gerideydi ki anlaşılan insanın umudu olmadı mı her ortama
ayak uydurması daha kolay oluyor .Sanki oda eskisi kadar kendisini sıkmadığını fark ederek
şaşırdı. Hatta ne kadar temizlese de hala bok kokusunu duyuyor o daha çok rahatsız
ediyordu kendisini.Fener i tekrardan açarak her yeri kontrol etsede geride bir yerde pislik
kalmamıştı. Ne kadar yanlış bir şey olduğunu düşünsede çantasından bir atlet çıkarıp suyla
ıslatıp her yeri bir güzel silip atleti çöp poşetinin içine atınca içi rahat etti. “Boka çevirdiğim
hayatımda bu kadarcık bokun esamesi mi okunur” diye düşününce kendi kendine tebessüm
ettiğini fark etti.
Her perşembe günü sohbetler tertip ediliyordu.Haftanın birçok diğer günlerinde de değişik
organizasyonlar olsa da perşembeleri herkese açık olan sohbetleri daha bir başka
önemseniyordu.Levent artık neredeyse her toplantıda boy gösteriyordu kuran,mevlüt ,eğer
yemekli ise yemek duasını da kendisi okuyordu.Toplantıların müezzini gibi bir gayri resmi
doğal görevli gibi olmuştu.Ne çok cevre yapmıştı..Burdur da tarikat cemaatle bir yerde yolu
kesişen hemen herkes kendisini tanır olmuştu.Cemaat çok popülerdi iş yapanlar işlerini
geliştirmek ,çalışanlar tarikatın gücünden çevresinden yararlanmak için bir kısımları da
sosyalleşmek daha bir sürü sebeplerden çemberin içine dahil oluyorlardı.
Levent’in bir beklentisi yoktu zira güzel kuran mevlüt okumasından dolayı zaten şu gencecik
yaşında hayal ettiğinden çok daha güzel bir yerde konumlandırmışlardı kendisini.Bir eli
yağda bir eli baldaydı.Herkesten saygı görüyordu.İnsanların yaklaşmak için can attıkları
tarikatın abileri ile neredeyse kol kolaydı.Hemen her yerde en baş köşedeydi. Zira her
toplantıda ,buluşmada derslerde mutlaka kurandan okumalar yapıyorlardı,bazen mevlüt
bazende ilahi.Kısaca herkes halinden memnundu.
Üniversite sınavında Konya Karatay üniversitesi ilahiyat bölümünü kazanınca Allah’tan bir
göz isterken ona nasip olmuştu iki göz.Konya hem tarikatın çok güçlü olduğu bir yer olması
bir yana şehir halkının da çok muhafazakar olması ,büyük İslam alimi Mevlana ı Celaleddin
Rumi hazretlerinin de ebedi ikametgahının orada olması herşey mükemmel denilecek
düzeydeydi. Tüm üniversite öğrencilerinin en büyük derdi ikametgah,yeme içme onun için
hiç problem olmadı.En güzel yurdun en güzel odasında yeri; günde üç öğün yemeği önünde
hazırdı. Burdur daki abilerin referansları ile Konya’daki abilerle de hemen haşır neşir
oluvermişti. Alışkın olduğu yaşam biçimi hiç sekteye uğramadan burada da aynen devam
ederken buluvermişti kendini .
Dört yıllık eğitim hayatında en küçük bir sıkıntı çekmemişti. Konya Burdur dan çok daha
büyük ve etkin bir il olmasından dolayı üniversite diplomasını dahi almadan ciddi çevre
edinmiş haliyle de getirisi de ona baya olmuştu.
Üniversiteyi bitirmiş aynı üniversite de masterını yapmış ,sonra prof hocalarının birisinin
yanında asistan olarak da başlamış hayatını kurtarmıştı. Ne zamanki kartvizitine asistan
docent,sonrasında da doçent de yazılınca Konya dan ev bile almıştı.Artık tüm çevresi
neredeyse Konya daydı. Burdur daki yakınları ile de ilişkileri gayet iyi durumdaydı.İyi
kazanıyordu.Kariyerliydi. Örgütün palazlanması ile beraber kendisi de gelişip büyümüştü.
Artık koca bir doçent doktordu. Kendisine çevredekiler büyük saygı gösteriyorlardı.Eskiden
de sedası iyiydi insanlar şevkle kendisinin okumalarını dinlerlerdi ama docent olduktan sonra
bu dinlemeler daha bir başka olmaya başlamıştı.Artık cebine konulan harçlıklar da baya
kabarmaya ona harçlık demeye şahit ister hale gelmişti.Arabasını da almıştı.O artık her
toplantının her dersin her sohbetin vazgeçilmeziydi.
Hatta kendisini baş göz etmek için çevresindekiler özellikle de ailesi ne kadar can atsa da
Levent bir tek izdivaç işinde beklentilerin dışında kalmıştı.Bir iki talip kız görücü usulü
gösterilse de onun beğendiği kendisini,kendini beğeneni de o beğenmemesinden dolayı
izdivaç gerçekleşmemişti.Acelesi de yoktu.Her yerde ne zaman konu gündeme gelse nasip
deyip geçiyordu.
Gel zaman git zaman son birkaç yıldan beridir tarikatla ülkeyi yönetenler arasında omuz
dalaşları başlamıştı. Artık eskisi kadar toplantı,sohbetler olmamaya başlamıştı. Hele hele
son zamanlarda bu konu iyice dillenmeye de başlamıştı.Medyada ,tarikat içinde kendi
aralarında sık sık ucuk konuşmalara rastlar olmuştu.Her ne kadar çocukluğundan beri
neredeyse yirmi yıldır tarikatın içerisinde olsa da o okumalarıyla sedalarıyla hep gündem
olmuştu.Yoksa doçent olduktan sonra bile silik,asosyal bir kişilik olmasından mıdır bilinmez
pek fikri sorulmaz, o da konuşmaktan çok dinlemeyi tercih ederdi.Pek öyle etliye sütlüye
karışmazdı.Gel derler gider. Oku derler okur. Git derler dönerdi.Herkes de az çok ne mal
olduğunu bilirlerdi.Öyle fikir beyan eden, konuşan, hele hele iddialaşan bir yapısı kesinlikle
yoktu. Tarikatın içerisinde ona sağladıkları olanaklarla yuvarlanıp gidiyordu ne bir hırsı ne
ihtirası ne de bir amacı vardı. Sözüm ona kendini geliştirmenin ,prof olmak tek amacıydı.
Başarısız darbe girişiminin akabinde her şey bir anda değişiverdi.O gece tarikatın diğer
yüzü ortaya çıkıverdi. Son zamanlarda paralel örgüt diye adlandırılmaya başlayan tarikat
herkesten sakladığı gerçek yüzünü ortaya döküvermiş kendine bağlı her türlü ahtapot
kollarıyla ülkede ihtilal yapmaya kalkmıştı. Halkın ve ülkenin kurumlarının yerinde
müdahalesi ile de başaramamışlar herşeyi de ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı.O gün yaz
olup okulların kapalı olmasından istifade ile köyde olan Levent yıllardır içinde büyüdüğü
tarikatın bu kalkışmasını en az diğer insanlar kadar kendisi de şaşırmıştı.Bir süre sonra bu
şaşırma kendisinde korkuya dönüşmüştü. Zira telefonla ulaşıp konuşabildiği bir takım abiler
ile yaptığı kritiklerde bu işin dallanıp budaklanıp o çemberin içerisinde yer alan herkesi
bulaşacağını anlayıvermişti. Hele hele kendisi gibi yirmi yıldır tarikatın vitrininde olan birisi
için nihai son kesinlikle kaçınılmazdı.Öncelikle ailesi ile yaptığı konuşmalarda kendisinin
yalnızca kuran ,mevlüt ,ilahi tarzı okumaları yapan birisi olduğunu artık örgüt denilen tarikatın
diğer faaliyetleri ile hiç bir ilişkisinin olmadığını iddia etse de rüzgar terse dönmüştü artık
anlamıştı ki kurunun yanında yaş da yanacaktı. Hele hele yirmi yılını bu örgütün içinde bir fiil
geçiren kendisi, istediği kadar anlatsın benim hiç bir şeyden haberim yok diye; onu dinlese
dinlese ancak Yalvaç ın imamı dinledi.Çoktan her kesimden örgütle bağlantısı olanlar
tutuklanmaya başlamıştı.
İlk işi babasının da önerisi ile karşı köye amcasına gidip saklandı.Nitekim daha ilk haftadan
jandarma kendisi için köye gelince işin hassasiyeti belirginleşivermişti. Konya da ki
komşusunu da arayınca oraya da polisler gitmiş.Kaçak durumundaydı.Hatta tarikattan
ulaşabildiği birilerine sorunca kendisi için din işlerinden sorumlu imam denildiğini duyunca
kılcal damarlarına kadar titrediğini hissetti. Kaçmalıydı.Şok dalgası eninde sonunda
durulurdu; ondan sonra yakalansa da en azından taşlar yerine oturduktan sonra bir şansının
olabileceğini düşünüyordu.Yargılanırdı.Kanun dışı bir şey yapmamıştı. Lakin zaman geçtikce
örgütün bilinmeyenleri ,gizli ilişkileri ortaya yayıldıkça işin hiç de o düşündüğü kadar basit
olmadığını anlayıverdi. Gazetelerde yakalananlar ifşa edildikce git gide daha da ümitsiz
olmaya başlamıştı.Çoğunu tanıyor özellikle dini kesimde bulunanları şahsen tanımasa da
gıyaplarında tanıyordu.
Asker ,polislerle bir ilişkisi yoktu. O koca koca rütbeli askerleri,emniyet müdürlerini yakalanıp
ilişki yumakları ortaya yayıldıkça kendisi de herkes kadar hatta daha da fazla şaşırıyordu.
Artık kesin kararını vermişti. Ne olursa olsun yakalanmamalıydı. Kendisinin yıllar öncesi
tarikatın en ileri gelenleri ile resimleri vardı.Onlara da kuran mevlüt ilahi okumuştu. Aslında
yaptığının hepsi de buydu, başka da bir şey yapmamıştı ama bunu kim dinlerdi ki.Kendisi nin
yalnızca Allah vergisi sedasından dolayı oralarda olduğunu nasıl anlatabilirdi ki?
Kaçışı tam altı ay sürdü.Kırsal köylü çocuğuydu. Her ne kadar ilkokuldan sonra dışarıya
gitse de kırsallık mayasında vardı .Kılık değiştirdi.Çoban oldu dağ bayır keçi koyun güttü.
Kimseyle ilişki kurmadı. Bu zaman zarfında kaç kez jandarma köye gelip gitti yalnızca
abilerinden öğrendi.Koca doçenti dağda bayırda aramakta kimsenin aklına gelmezdi
herhalde.
İstanbul daki abisi de kendisi vasıtası ile zamanında tarikatın içinde yer almıştı.O öyle pek
dikkate alınacak bir konumda değildi; hatta kendi forsundan yararlandığı bile söylenebilirdi.
Onun öyle bir aranması falanda olmamış, rahat hareket edebiliyordu.Kendisinin nerede
olduğu ile bir iki kez diğer aile fertleri gibi sorgulanmış ifade vermiş ama sonrasında
tutulmamış serbest bırakılmıştı.
Levent in kaçak durumda olmasının senesinde, abisi örgütten birilerinin kendisiyle bağlantı
kurması ile eğer isterse kendisini yurt dışına kaçırmayı ayarlayabileceklerini söylemeleri
üzerine; abisi kırsalda kendisini bulmuş durumu anlatmıştı.Önceleri Levent durumu şüpheli
bulsa da abisinin “oğlum seni önemsiyorlar hatta senin ülkeden kaçarak diğer kaçaklarla
buluşmanın onlara da çok iyi moral olacağını söylüyorlar.Senin sedanı özlemişler. Ben
inandım işin içinde başka bir bit yeniği yok.Eğer sen istersen adamlar herşeyi ayarlayacaklar
. Orada kariyerini de devam edebilirsin. Burada böyle keçi koyun gütmekle nereye kadar?”
diye bir sürü şey de söyleyince Levent abisine “tamam “diyor.Ayarlamaların yapılması üç
aylarını alıyorlar ve şimdi işte konteyner ile Kanada’ya iltica ediyor.
Karanlık.Sessizlik.Yeklik.” Allahım ben buna nasıl dayanacağım bir gün değil iki gün değil
koca bir ay belki daha da fazla “diye düşündü.Artık düşüncelerini kendi kendine mırıldanarak
konuşarak dile getiriyordu.Sırt üstü yattı ,sonra kalkıp oturdu.Işığı açtı etrafa baktı.Dört tane
on ikilik suyu ,bir bidon zeytin ,bir tulum peynir ,iki bidon ağzına kadar kurutulmuş simit,bir
kutu ağzına kadar dolu bisküvi,biraz peksil pekmez ,bir karon çikolata tüm erzakları kenara
dizilmişti.Yerde bir mantar ince yatak yastık yerine geçen çantası,kenarda seccadesi
konteyner ın içinde iki metreye iki metre hadi küsüratları ile maksimum yaklaşık beş
metrekare bir alanı vardı.Netflixte seyrettiği belgesellerdeki dünyanın en berbat
hapishanelerindeki hücrelerinden beterdi.En kötüsü karanlık ve sessizlikte kalp atışını
duyarcasına yapılan yolculuk.Sanki bir zaman kapsülünün içindeydi. Tevekkül sahibi biriydi
ama şu anda bu kaçışı kabül ettiği için kendisinden nefret ediyordu.Ne güzel kırsalda dağda
bayırda özgürce dolaşırken gelip kendisini bu kapsülün içerisine hapsedilmesine izin
vermişti. Hem de ne için? Hapisten kaçmak için. “ Bu ne yaman çelişki Allahım;hapisten
kaçmak için kendimi hücreye kapattım” diye düşündü.
Işığı kapattı ama sonra hemen geri açtı.Eliyle duvarları tek tek kontrol etti her yerden soğuk
metal sesini duyunca demirin içindeyim dedi.Hele bir de internetten bu konteyner gemilerini
araştırmıştı. Dağ gibi üst üste yığılmış konteynerleri taşıyan bu dev gemiler acaba kaçıncı
konteyner dayım diye merak etti. En üstte olmayı dilerdi. Ne farkedecekse ? Kendi
konteynerın dan sonra başka konteyner larda konulmuştu. Demek ki altta geminin gövdesine
yakın bir yerdeydi.
İnşallah bir fırtına falan çıkmaz,sağlam istiflemişler olsa bari diye düşündü.Youtube da
seyretmişti koca koca gemilerin nasıl kuru ağaç kabuğu gibi okyanusda azgın dalgaların
arasında kaldığını,bir başkasında iyi istiflenemeyen konteynırların denize düşüp battığını
okumuştu.Sanki derdi azmış gibi yeni endişeler çıkarmaya başlamasına kendi kendine kızdı.
Zaman mefhumu hepten gitmişti.Saati vardı ama gece mi gündüz mü ne kadar uyudu ne
kadar uyanık kaldı bunların hepsi birbirine girmişti…Bu kadar önemli bir ayrıntıyı nasıl
gözden kaçırmıştı düşündükce kızıyor kendisine deli oluyordu.Zira artık cep telefonları çıkalı
saate pek gerek kalmıyordu.Kolundaki saatte takvimsiz boktan bir saatti.Üç katranlı bile olsa
neye yarayacaktı ki; tarih ve zaman olmadıktan sonra.Gece mi gündüz mü? Aklına gelseydi
ilk günden takip edebilirdi ama şimdi ipin ucunu çoktan kaçırmıştı.Zaman tekli değil
ikiliydi.Gündüz mü gece mi bilmeden tarihi bilmeden saat ne işe yarar ki? Sonra len sanki işe
mi yetişeceksin ? diye kendi kendini teskin etmeye çalıştı.Randevun mu var sanki? Neyse
ney…
Kapı dıştan açılıyordu ve zamanı geldiğinde birileri o kapıyı öyle veya böyle acacaklar.
Uyumaya çalıştı beden yorgun olmayınca uyumak da zor oluyor.Gelmiyor mübarek.Keşke
bolca uyku hapı alsaydım diye düşündü.Atar atar varacağım yere varana kadar uyuya uyuya
giderdim dedi.İlk kez tebessüm ettiğini fark etti.Birisi espri mi yapmıştı? Hoşuna gitti.Gülmeyi
denedi.Kahkaha atmaya denedi.Attıda tabi buna kahkaha denilirse.Sonra ağlama krizine
girdi. Acaba deliriyor muyum? diye düşündü.
Zamanı biyolojik saatini oluşturabilmek için kendine özel kişisel zaman takvimini
oluşturdu.Gece veya gündüz doğruyu tutturabilmek için yüzde elli şansı vardı.İlk on ikiyi
öğlen kabul edip 24 saatte bir duvara bir çentik atmaya başladı,bu mezara girdiği tahminen
üç dört gün olmuştur deyip dört çentik avansla başladı.Yanılma payı olsada en azından
geçen zamanla ilgili fikir sahibi olabilecekti.Yolculuğun İstanbul Montreal arası tahrimen 34
gün süreceği de düşünülürse ortalama kırk gün civarında bu mezarda kapalı kalacaktı.
Şimdiden dört gün geçtiği düşünülürse otuz beş gün civarı bu delikdeydi. Zaten erzakları da
her ihtimale karşın tedbir olarak elli günlük olarak stoklanmıştı. Şimdi zamanla olan
belirsizliği ortadan kaldırmış olsa da zaman belasından kurtulamıyordu. Zira zifiri karanlıkta
ölüm sessizliğinin içerisinde zaman geçmek bilmiyordu.Yapacak hiç bir şey yok ye iç yat
uyu.Ne çok isterdi bir televizyonu olsun,üç beş sayfa kitap okuyabilsin,hiç olmadı bir şeylerle
uğraşabilsin.Ne mümkün.Beklemekten başka yapacak hiçbir şey yoktu.İnsanın yapacak bir
şeyinin olmaması ne kötüymüş diye düşündü.Geçmiş hayat evrelerinde ne kadar yoğunmuş,
zaman o kadar kıymetliydi ki değil onu öldürmek el üstünde cam fanuslarda tutuyormuş.Her
zaman yetişilecek bir randevu,hazırlanılacak sınavlar daha neler neler. Modern toplumlarda
zaman en değerli şeydir. Sosyal yapı ile biyolojik saatlerin uyuşmaması sonucu belki
insanları canavara dönüştüren şey de odur. Sabırsızlık,empati yoksunluğu, asabilik,
çıkarcılık,narsizlik gibi günden güne toplumlarda artan negatif olguların altına baksan eminim
zaman darlığı çıkar.Uykunun en güzel zamanında çalar saatle uyanan,iki saniye ile metroyu
kaçıran,havaalanında kalan ,durağan trafikte hızla yaklaşan randevu saati insanları nasıl
etkiliyor acaba? Şimdi ise kendisi tam tersi bir durumun içerisindeydi.Diğerine alışkındı ama
buna çok yabancıydı.Zaman öldürüyorum denilen hiçbir şey burada yoktu.İnsan
penceresinden gelen geçeni seyrederken de zaman öldürebilir; ama burası öyle mi.Gözünü
açık veya kapalı tutmanın arasında hiç bir farkın olmaması ne kadar acıymış.Bir kedi köpek
sesi,dal hışırtısı,caddeden gelen bir korna,araç sesi,hani güzel seslerden de vazgeçti kesilen
metal sesine bile razı olur insan burda.Bir ses ya, bir ses.Boş bir pet şişeyi alıp duvarda ritim
tutmaya başladı,bir süreden sonra peti evirip çevirdi ,büktü kıvırdı hışırtısını dinledi. Duvara
fırlattı düşdüğü yeri tahmin edip el yordamıyla bulmaya çalıştı. Buldu tekrardan fırlattı,tekrar
tekrar.Bir süre sonra sıkıldı insanın kendi kendine gürültü yapması bile zevk vermiyor.
Yinede biraz zaman geçirebildi. Katığını yiyip yattı ne kadar sonra uyuyabildi emin olmasa da
yatması ile kalkması arasında üç saat geçmiş.Acaba onbeş saat olabilir mi diye bir düşündü;
mümkün değil dedi.Her saate bakmak için ışığı yaktığında nasıl bu salak saatle buraya
geldim diye kendine sinir oluyordu.Küçücük bir ayrıntı büyük sorun giderir.
Kaç gündür yaşamını ,ailesini,tarikatı bir çok şeyi kafasının içerisinde döndürüp
durmuştu.Değirmencinin kör beygiri gibi aynı şeylerde dönüp durmak insanı daha da mutsuz
etmekten öte hiçbir şey kazandırmıyor. Şimdi geçmeyen zamanın geçenini ise geri alıp
yanlış kavşakları doğrusu ile değiştirebilmenin mümkünatı da olamayacağına göre,keşkeler
ile boğuşmak zor olan içindeki durumu daha da çekilmez yapıyor.Kendi kendine geçmişi,
içine düştüğü durumu ,ailesini düşünmemeye karar verdi de bazı şeyler karar vermekle
olmuyor elbet. Ne yapsa ne etse de aynı düşünceler kafasında dolanıp duruyordu.
Hiç bilmediği diyarlara gidiyor orada kendisini acaba ne bekliyordu? Gerçi gelecek kendisini
çok endişelendirmiyordu. Önceliği bu mezardan çıkmaktı, gerisinin hiçbir önemi
yoktu.Nedense buradan çıkamayacağı ile ilgili derin hisleri vardı.
Altıncı çentik.Ömründen ömür gitmişti.Kesin yaşlanmışımdır belki saçlarım bile ağarmıştır
diye düşündü.Einstein zaman görecelidir derya bu kadarını eminim ki o bile tahmin
edemezdi.Her bir dakika bir yıl olmuştu.Denemediği şey kalmamıştı.Şarkı türkü
söylemiş,katığını fare gibi gıdım gıdım yemiş,birgün toptan yemiş,çok susamış su
içmemiş,yorganın altına girmiş,ayaklarını duvara dayayıp baş aşağıya yatmış,kendi kendine
masal anlatmış,mevlüt,kuran,ilahiler okumuş, demir duvarda teyemmüm alıp namaz, kılmış
karanlığa konuşmuş,bazen sanki bir el omzuna değiverecek gibi korkmuş,şınav, mekik
çekmiş ,pet şişesiyle en garip sesler çıkarmaya çalışmış ,ağlamış,gülmüş beş metre karede
yapabileceği aklına gelen her şeyi denemiş ama sonuç sıfıra sıfır elde var sıfır.Ne
kafasındaki düşünceler gitmiş ne de ileri çekmeye çalıştığı vakit geçmiş.
Yedinci çentik.Rüya görmüştü.Konya Mevlana Celalettin Rumi nin turbesindeydi.Yanında
olan tüm talebeleri semazen kıyafetleri içerisinde kendiside semazen başı şeyh kıyafetinde
siyah giyimliydi ve başındaki sikke o kadar abartılı büyüktü ki rüyada en çok dikkatini çeken
şey o olmuştu.Elleri de aynı başındaki sikke gibi abartılı büyüktü talebelerinin elleri aşağıya
bakarken kendisinin koca elleri ise dua eder gibi yukarı dönüktü.Ellerini o şekilde görünce
dehşetle uyanıvermişti zaten aklında kalan neredeyse rüyadan anca bunlardı. Önce aklına
gelen dualardan okuyup rüyasını hayra yordu.Konya yı özellikle Mevlana nın türbesini ne
kadar özlediği aklına gelince içi burkuldu.Rüyanın etkisindeydi.Acaba diye düşünmekten
kendini alamıyordu.Bir sürü yorum yaptı.Özellikle öğrencilerin elleri aşağı,kendisinin ki
yukarı,büyük eller falan.Kafasındaki sikke cuk oturmuştu. Semazenin kafasındaki sikke
mezar taşına simgeler onu biliyordu kendi kafasındaki o devasa sikke içinde bulunduğu
durumu tam oturuyordu.Şu an canlı canlı mezarın içindeydi.Sorgu melekeleri gelse
şaşırmayacaktı.Büyük eller ? Hem semazenlerin normalde sağ eli yukarı haktan alıp sol eli
aşağı halka verir manasındadır ,ama rüyasında öğrencilerinin her iki eli aşağıya kendisinin
koca elleri de yukarı dönüktü yani gariplik vardı.Bir sürü manaya yordu.Sonra bulundukları
yer çilehanelerin önündelerdi.
Çilehane.Çilehane.Çilehane.Birden kendini kaybetmişcesine ayağa kalktı.Çilehane
diyordu.Çilehane burası mezar değil benim çilehanem.Nasıl bunu daha önce düşünemedim?
Bu koduğumun konteyneri tam doğal bir çilehane.Üniversitede ilahiyatta öğrenci iken bu
konuyu araştırmıştı.Burası her şeyi ile doğal bir çilehaneydi. Antik Mısır’da inisiye,Budizm
Hinduizm gibi doğu inançlarında çok büyük yer işgal eden ,İslamda tasavvuf da çok yaygın
olmamakla beraber önem arz eden diğer semavi dinlerde ve birçok inanç sisteminde yeri
olan isimlendirmeleri farklı olsa da genelde yol, yönteminde nüans farklılıklarının haricinde
amacı aynı olan çilehane,inziva,inisiye artık adını ne koyarsan. İşte bu dedi.Çilehane.Burası
benim çilehanem.Tüm inanç sistemlerinde ki amacı gibi kişinin kendisini dünyevi
ihtiraslardan soyutlayarak nefsini terbiye edip yaradana yaklaşmak.Yol ise az yiyip,az
konuşacaksın,az uyuyacaksın,geçmiş gelecekle ilgili düşüncelerden arınacaksın,oruç
tutacaksın,bol ibadet yapıp ,kuran okuyacaksın dua edeceksin kısaca kendini dışardan
soyutlayıp içinde öz benliğini arayacaksın.
Birden gülme krizine girdi. Hacı Bayram Veli,Somuncu Baba,Sümbül dede,Merkez
efendi,Gelibolu’da Yazıcızade Mehmet efendi çilehane lerinin hepsini farklı zamanda gezip
görmüştü.Kendi çilehanesini bunlarla kıyaslayınca hiç farkında olmadan doğal olarak nasıl
da benzersiz bir çilehaneye sahip olduğunu anlamıştı.Kırk yıl düşünüp tasarlasan bu
kadarını yaratamazsın.Okyanus un ortasında,karanlık ,beş metre kare ,sessiz sakin zorunlu
bir çilehane.Antik Mısır’da doğu inançlarındakileri de o zamanlar incelemişti.Bence benimkisi
rakipsiz diye düşündü.Tek sıkıntı kendisini yönlendirecek bir Mürşidinin olmamasıydı o da
doğal süreçte işleyecek diye düşündü.Artık ne olursa.Çünki çilehanede inisiye adayı bu
süreci mutlaka tecrübeli bir mürşitin gözetiminde kontrolünde geçirmesi gerekiyordu.Çünkü
insiyenin bu süreçte hem bedenen hemde ruhen birçok öngörülemeyen değişimlere maruz
kalması muhtemeldi ve bu değişimler hocasının kontrolünde olmalıydı. Gerek görmesi
halinde hocası müdahale yapabilmeliydi.Okumuş olduğu bazı kitaplarda bu değişimlerin
aday derviş adını ne koyarsan üzerinde o kadar baskın etkileri olabiliyormuş ki kendimi
,hakkı bulacağım diyen bir çok insiyenin kendini kaybettiği de olabiliyormuş.Ne farkeder ki
dedi ben zaten şu kırk günde gemi Kanada ya varana kadar zaten kafayı yiyeceğim bu
mezarın içerisinde bari hiç olmazsa bir amaç uğruna olsun dedi. Bir an ya bu kadarı da
olamaz dedi.Kırk gün çilehanede kalınıyor benim burada kalmam da neredeyse aynı
zamana denk geliyor var bunda bir şey dedi.Bu kadar tesadüf? Var bunda bir şey diye
düşündü.
Çilehanede nasıl bir yol izlemesi gerektiğinin planını yapması gerekiyordu.Başında bir mürşit
,kendisine klavuzluk yapacak bir hocası yoktu. Lakin kendisi zaten ilahiyat docent
doktoruydu.Konuya vakıftı.Ben bunun altından kalkarım diye düşündü.Öncelikle hemen
demir teyemmümünü alıp şükür namazını durdu.
Az yemek yemek kolaydı,katığını her gün biraz daha azaltmaya karar verdi.Az
konuşup,uyumak onlar zaten sorun değil burası için gereksiz şıklar.Kuran okumak kendisi
hafızdı.İniş sırasına göre ve aklıma takılan soruyu cevap bulabileceğim ayetleri okuyacağım.
Mayıs ayındayız.Tahminen namaz saatlerini belirledi.Hergün ikişer dakika ileri alarak vakit
namazlarını kılacağım dedi.Geri kalan zamanlarda bol bol ilahi, tevekkül
namazları,dualar,hatta mevlüt bile okuyabilirim.Bunların haricinde hiç bir şeyi aklıma
getirmeyeceğim geleni kovacağım diye niyet etti.Artık çentik atmakta yok dedi.
İlk zamanlar konsantrede zorlansada bir süreden sonra alıştı.Planına sadık kalabilmek için
enerjisinin neredeyse büyük kısmını konsantreye verdi.Bir süreden sonra her şey çorap
söküğü gibi gelmeye başladı.Herşey o kadar muhteşemdi ki bu muhteşemliğin farkında bile
değildi.Kana kana içiyordu bu muhteşemliği.Nerdeydi? Ne yapıyordu? Kimdi?
Üşümemek için yanına aldığı kalın örme kazağın fermuarın otuzüç de bir dişini kırıp tesbih
yapmıştı.Bol bol tesbih çekti.Katığını azalttı.Nafile namazlarını çoğalttı.Bol bol kuran
okudu.Tefsirleri dikkate almadan ağır ağır okuduklarının manalarını düşündü.
Halüsinasyonlar ile rüyaları birbirine karıştı ama o hiç endişelenmedi; gördüklerinden hep bir
mana çıkarmaya çalıştı.Duaları şekil değiştirdi.Allahtan artık dünyevi bir şey istemez
olmuştu. Gerçek diyordu madde,maddenin sırrı,ne ,neden ,niçin diye soruyordu?.Kimim? Ne
için geldim? Cenneti bile arzulamıyordu.Bilmek istiyordu. Farkındalığının olmasını
istiyordu.Duaları hep bununla ilgiliydi.Gerçeği öğrenmek istiyordu.Artık bir çok şey çoktan
önemini değil varoluşunu yitirmişti.Konteyner,hapishane, Kanada, tarikat, örgüt, gelecek,
geçmiş, bilinmezlik, sessizlik, karanlık hiçbir şeyin önemi kalmamıştı.Eski önemliler artık
önemsizdi.
Yatsı namazı kılıyordu ki sanki bir ses duyar gibi hissetti namazını devam etti,son sünnete
geldiğinde ayağa kalkmasıyla bir anda dengesi kaybolup geriye doğru düştü,hemen kalkıp
namazını devam etmeye çalıştı ama ayakta durması zorlaşıyordu,bazı su petlerinin
yuvarlanıp ayağına çarpmasını hissetti.Ayakta durmak zordu oturduğu yerden namazını
devam etti.Namazı bittikten sonra tesbihini çekerken konteyner artık serbest hareket ediyor
gibiydi.Dışardan bir sürü sesler geliyordu.Motor sesi belirginleşmişti. Uzun zamandan beri
hareketsiz olan konteyner artık hiç durmuyordu devamlı bir hareket vardı.
Levent ise hiç programını bozmadı.Kuran okuyordu.Hicret ile ayetleri okuyordu.Bir süreden
sonra sarılarak tüm hareket bir anda duruverdi.Bu sefer gürültüler sesler gelmeye
başladı.İnsan sesleriydi bunlar.Sonra sesler git gide yaklaştı ve bir madeni sesle beraber
içeriye bir anda nur gibi bir ışık giriverdi.
_ Levent hocam diye birisi ismini sesleniyordu.Başkaları da vardı.
_ Yaşıyor Levent hoca hayatta diye kulağını sağır eden bir bağrış duydu.Işık o kadar parlaktı
ki gözlerini açamıyordu.Bir elin gelip omzuna gelip dokunduğunu hissetti.Kafasını kaldırıp
kim diye bakmaya çalışsa da gözünü ışık inanılmaz derecede rahatsız ediyordu.
_ Hocam hoşgeldiniz.Ben Niyazi.Denizli den.Nasıl iyi misiniz? diye soruyordu.Levent hocada
ise her şey birbirine girmişti.Ne düşünebiliyor ne de sorulan soruya bir cevap
verebiliyordu.Adam devam etti.
_ Hocam endişelenmeyin.Artık güvenli ellerdesiniz.Maşallah yetmiş iki gündür iyi dayandınız
biz sizin için çok endişelenmiştik.Maşşallah.deyip adamın yanına gelen diğer bir kişinin
yardımıyla Levent hocayı konteynerden indirip bir sandalyeyi oturtular.Levent hala gözlerini
ovuşturuyordu.
_ Hocam kendinizi sıkıntıya sokmayın normaldir tam yetmiş iki gündür karanlıktasınız bir
süreden sonra alışırsınız alın şu güneş gözlüğünü takın deyip güneş gözlüğünü Levent
hocaya elleriyle taktı.Güneş gözlüğünü taksa da yine gözünü açamıyordu.Yetmiş iki gün mü
dedi diye düşündü.Yetmiş iki gün de neyin nesi? Levent ambale olmuş gibiydi,bir anda
değişen her şeye karşı tepkisizdi.Artık güneş gözlüğünün ardından etraftaki flu görüntüler git
gide netleşmeye başlamıştı.Yüksek tavanlı bir depo gibi bir yerdelerdi.Etrafta dört beş
kişilerdi bir tanesi fortiple konteynerden birşeyler indiriyorlardı.Bir başkası
_ Hocam Kanada ya hoşgeldin nasıl kendine gelebildin mi? Ağrın sızın yardım
edebileceğimiz bir ihtiyacın var mı? diye peş peşe sorularını sorunca Levent hoca
_ Kanada mıyım?
_ Evet hocam Kanada’da bir arkadaşımızın tekstil fabrikasındasınız şimdi.Hadi geçmiş olsun
zoru gitti. Bizim doktoru da çağırdık birazdan burada olur sizi tepeden tırnağa bir muayene
eder ,bu kadar zamandan sonra iyi görünüyorsunuz maşallah.deyince Levent cılız bir sesle
_ Hamdolsun iyiyim endişeye mahal yok dedi.Heyecanla Niyazi yanlarına gelince simaen
Levent Niyaziyi görür görmez tanıdı.Niyazi
_ Hocam biz o kadar erzakla dayanamazsınız diye düşünürken erzakların yarıdan fazlası
aynen duruyor,hatta bazı şeyleri hiç dokunmamışsınız yetmiş iki gün ne yeyip içtiniz hocam?
diye hayretle sorunca yanındaki adam
_ Erzaklar bitmemiş mi? diye Niyaziye sordu
_ Yok Şaban abi erzakların çoğu aynen duruyor bisküvilere ,çikolatalara hiç dokunmamış
neredeyse peynirin bile yarıdan fazlası tulukta valla ben anlamadım bu işe dedi.Fabrikanın
acık kapısına bir otomobilin girmesiyle herkes o tarafa dikkat kesildi.Şaban
_ Ha hocam doktorda geldi.dedi Araç durunca tıknaz küçük boylu bir adam elinde çantası ile
inip yanlarına geldi.
_ Hocam hoşgeldiniz ben Fikret doktor Fikret diye kendini tanıtıp hemen çantasından
çıkardığı bir periskop ile oturduğu sandalyenin üzerinde kendine muayeneye
başladı.Tansiyonunu ölçtü, nabzını saydı,gözbebeklerine ağzının içine baktı muayene uzun
sürmedi.
_ Maşallah Levent hocam benden iyisiniz herşey normal gözüküyor gerisini evde devam
ederiz deyince herkeste bir memnuniyet mırıltıları başladı.Levent hoca ise nedenini bilmediği
bir flulukların içindeydi ,tepkisizdi,kafası bomboştu,sevinç ,üzüntü,rahatlama,endişe gibi tüm
duyguları sanki törpülenmiş yok edilmişti.Etrafındaki konuşmalara ,olan olaylara algıları açık
olmasına rağmen tepkisi yoktu.Mezar gibi bir yerden çıkmıştı hemde dediklerine göre tam
yetmiş iki gün kalmıştı o karanlık hücrede ,doktorun dediğine göre sihati gayet
iyiydi,Kanada’ya gelmişti ,emin ellerdeydi açık havadaydı,yaşamın seslerini duyabiliyor,ışığı
görebiliyordu ama o hiçbir şey hissetmiyordu.Boş gözlerle etrafı seyrediyor kendisine sorulan
sorulara bile kayıtsızdı.Halini gören doktor.
_ Normaldir arkadaşlar Levent hoca hala şokta ama sağlığı gayet iyi ona biraz zaman
verelim yatıp dilensin bir kaç günde kendini toparlar dedi.
Kısa bir yolculukla fabrikaya çok uzak olmayan bir eve geldiler.Yolculuk boyunca yine Levent
hiç konuşmadı yalnızca gece olmasından kaynaklı dışarının sokak lambalarını ,gelen geçen
araçları ,park eden arabaları,ağaçları evleri sanki bir yere sabitlenmiş kameranın çekim
yapması gibi kartajın önüne gelen görüntüleri öylece seyretti.Gördüğü hiç bir şey için başını
bile bir santim oynatmadı.Niyazi
_ Hocam burada sizi bir süreliğine misafir edeceğiz sonra Toronto ya gideceğiz bürokratik
işlemlere halletmek için o zamana kadar burada dinlenip kendinizi toparlarsınız dedi.
Kalacağı odayı,yatacağı yatağı,yatağın üzerinde pijamalarına kadar hazırlamışlardı.Evi şöyle
bir tanıttı.Bir duş alın sonra yemeğe buyrun dedi odada Levent i yalnız bırakıp çıktı.Levent
banyoya girince aynadaki görüntüsünü görünce ilk kez algı ve duygularının açıldığını
hissetti.Bu ben miyim? Yeni ben buysam eski ben nerede? diye kendi kendine düşünmeden
edemedi.Saç sakal birbirine girmiş,baya bir zayıflamış yüzündeki kemikler çöken
ovuzlarından dışarıya fırlamıştı.Başını sağa sola döndürerek kendisini bir süre aynada
incedi.Soyunup duşa girdiğinde sıcak suyun altında bir süre hareketsiz bekledi,su iyi gelmişti
suyun akışını unutmuş sanki ilk kez suyla buluşuyor gibiydi.Sıcak suyun içinden hiç çıkmak
istemiyor gibiydi.
Dört kişilik özenli sofraya oturdu ama bir iki kaşık çorbadan başka bir şey yiyemedi.Buna da
doktor normal dedi zaman lazım.Yemekten sonra doktor tekrardan kendisini kapsamlı bir
muayene etti.Herşey gayet iyi müjdesini verdi sihatinde herhangi bir sorun yoktu.Kalabalık
zengin kalkışı yaptılar Niyazi ile evde beraber kalacaklarmış burası onun eviymiş.Niyazi de
dinlenmesi için onu yalnız bırakmak için kalkınca Niyazi’den seccade ve tesbih istedi.Niyazi
isteklerine takkeyi de koyarak getirince odalarına çekildiler.Yassı ve uzun süren nafile
namazından sonra temiz yumuşak yatağa girince uykuya daldı.
Ertesi günü kalktığında rüyada mı ,yoksa gerçeğin içinde mi anlayamadı. Nerede olduğunu
anlaması için pencereden dışarıya bakması gerekti.Takibinde ki beş günde evde kısa
yürüyüşler,hoşgeldine gelenler ,yemek ,ibadet ,kuran okumalar ile geçirdi.Türkiye’deki
abilerine telefon açıp iyi olduğunu bildirdi. Ondan ne istiyorlarsa ona göre hareket
ediyordu.Nerdeyse hiç konuşmuyordu.Karşıdakinin zorlama sorularına birer kelimelik
cevaplar ile geçiştiriyordu.Sanki beyni durmuştu etki tepki bölümü hasar almış
gibiydi.Etrafındakilerin konuşmaları ,konuştukları konular kendisine hiç hitap etmiyordu.Bir el
onu herşeyden soyutlayıvermişti.Hatta bazı konuların konuşulması kendini rahatsız bile
ediyordu.Kimseyle konuşmasına gerek yoktu yüzlerine baktığında sanki auralarını
okuyabiliyordu. Hissiyatlarını duygularını,acılarını varsa art benliklerindekileri dahi
hissedebiliyordu.Dünyavi konuşmalar onu sıkıyordu.Gelecek kaygısı,beklentiler,insan
ilişkileri ,hırs,endişe , umut ve arzular kendisine çok yabancıydı.Bu kavramlar ile hiç
ilgilenmiyordu.
Dışardaki kısa yürüyüşler kendisine çok iyi geliyordu.Yabancı bir devlette olmasına karşın
farklılıklar da ilgisini çekmiyordu.Binalar ,değişik arabalar,ingilizce konuşan insanlar,değişik
fiziksel çevreler falan hiçbir şey ilgisini çekmiyordu.Yerdeki bir karıncanın hareketleri,dalında
bir çiçek,ağaçlar,yapraklar,gökyüzü ,gökyüzündeki bulut kümeleri kısaca tabiat ana daki her
bir oluşum varlık kendisinin inanılmaz dikkatini çekiyor,ne muhteşem diyordu herşey ne
kadar ahenkli.Hayranlıkla seyrediyordu.Akan bir derenin yanında günlerce kalabilirdi.Suyun
sesi,taşlar arasındaki akışı onu büyülüyordu.Doğal olan herşey ne kadar güzel ne kadar
uyumlu diyordu.Düzensizliğin içerisinde düzen.Ne zamanki insanoğlu el atıyor işte o zaman
büyü bozuluveriyordu. Kendi halinde akan dereye bakınca ne kadar zevk alıyorsa ,AVM nin
önündeki ışıklı fıskiye havuzunu seyretmek o nispette iticiydi.Halbüksen ikisi de su.Doğal ile
yapay onun için çok farklıydı .Kalabalıkta insanların hareketleri onu rahatsız
ediyordu.Kendini bu ortama koyamıyordu.Artık mantık ,alışkanlık diye bir şeye sahip değildi;
herşey hissiyata yüklenmişti,hissiyatı kendisini yönlendiriyordu.
Arzu istek amaç gibi kavramlar kendinden kopup gitmişlerdi.Zaten pek sosyal,girişken bir
kişiliği yokken olanda kaybolup gitmişti.
Ülkesini ,Anadoluyu ,ailesini çok özlemişti,ne zaman aklına gelse içinin yanmasını engel
olamıyordu.Şimdi bu özledikleri kendisinden o kadar uzaktı ki sanki hiç birini bir daha
göremeyecekmiş gibi hissettiğinde yüreği burkuluyordu.
Niyazi iltica için yapılan müracaatların ilerlemesi ile ilgili gelişmeleri kendisine anlatıyordu. İşi
kolaydı doçent kariyer sahibi eğitimli biriydi, herhangi bir sorun ile karşılaşılmasını
beklemiyorlardı. Halbüsem en büyük sorunun kendisinde olduğunu kimse bilmiyordu.Niyazi
gibi eskiden kendini tanıyanlar kendinde olana farklılıkların farkındaydılar da buna yetmiş iki
gün süren uzun yolculuğa yoruyorlardı.
Konteyner gemisi Kanada açıklarında başka bir yük gemisi ile çarpışınca yolculuk bu
çarpışmanın sigorta şirketlerinin ve bürokrasinin olayı aydınlatma çalışmalarından dolayı
neredeyse bir ay rötarlı sonlanmıştı. Hatta herkes kendisinden ümidi kesmiş haldelerdi,zira
erzakları bu gecikmeyi karşılayacak düzeyde değildi,ama Levent Hoca tüm olumsuz
tahminleri yanıltmış sapasağlam karşılarına çıkmıştı.Şu anda onda olan değişiklikleri bu zor
yolculuğa yorup geçer diyorlardı.Herşeyden öte onlar hala bu yolculuğu o kadar az
yiyecekle nasıl tamamlayabildiğinin derdindeydiler.
Zaman ilerledikce Levent hocadaki hasarın geçici olmadığını anlamaya başladılar. Haftanın
belirli günlerinde yaptıkları sohbetlerde Levent hiç katılımcı olmuyordu.Daha güldüğünü hatta
tebessüm ettiğini gören yoktu.Nerdeyse hiç konuşmuyor hep düşünceli,kıyıda köşede
bulduğu her türlü dini kitapları okuyan,bol bol namaz kılıp dua eden,televizyon seyretmeyen
,internet bakmayan hepten asosyal biri olup çıkmıştı adam.Çok dalgındı.Kafasında sanki her
an atomu parçalayan ,çok bilinmeyenli matematik problemi çözer gibi halleri vardı.İnsan
bambaşka yepyeni bir ülkeye gelmiş herşey kendisine yabancı hiç mi bir şeyi merak etmez?
O etmiyordu. Hadi hepsini bir kenara koyalım herkesce bilinen o eski sedası nereye gitmişti?
Levent artık kuran,ilahi veya mevlüt okumuyordu sohbetlerde ısrar edilince okuyor ama o
eski muhteşem sedası şevkle okumuyordu.Bazıları cemaat üyeleri onu bir psikoloğa
göstermeyi bile dillendiriyorlardı.Onlar tüm kendisi hakkında bunları düşüne dursunlar elbet
Levent inde onlar hakkında izlenimleri düşünceleri vardı.
Herşeyden önce Levent eski Levent olmadığının kendisi de farkındaydı.Etrafında olanlar
,yaşam ,madde,kainat,inanç ,tabiat,insanlar ,toplum,canlılar kısaca herşey sanki bambaşka
bir şekle dönüşüvermişti.Tanrının yarattığı her şey o kadar ahenkli o kadar muhteşemdi ki bu
kadar muhteşemliğin içerisinde insanlar nasıl becerebilmişlerse gözlerini bu muhteşemliği
kapatıp kendilerine bambaşka yollara amaclara yöneltmişlerdi. Refah,para ,güç,kariyer tarzı
şeyleri amac belleyip asıl yoldan uzaklaştıklarının farkında bile değillerdi.Sohbet dedikleri
toplantılarda bile inanç üzerine harcanan zaman o kadar azdı ki gerisi dünyevilik konulardı.
Kendilerini kandırmadan öte bir şey yapmıyorlardı.Tabi bu kendisinin fikriydi kimseye de
yaptıkları ile yargılamaya hakkının olmadığını düşünüyor ama kendisini de bu grubun
içerisinde bir yere koyamıyordu. Kalabalığın içerisinde yalnızlığı özlüyordu. İnsanları
seyrediyor ,konuşmaları dinliyor,faaliyet konularını,amaçlarını,hedeflerini irdeliyor ama
kendisinin beklentileri ile onların arasında bir bağlantı kuramıyor gün geçtikce kendisini
dahada yabancı hissetmeye başlamıştı.Hele hele konu Türkiye den,siyasetten açılınca
kendilerince haksızlığa uğramış hisseden insanların eleştirilerini dinlemek bile bir işkence
olmaya başlamıştı.Ülkesine karşı şimdiden derin bir özlem çekiyordu.Ülkesinden uzakta
düşününce ne kadar hatalı olduğunu çoktan anlamıştı.Cemaate tarikata katılmak kendisince
bir lokomotifin ardına takılan tren vagonlarına benziyordu,lokomotif nereye giderse sende
cemaatin ,tarikatın içinde ardından sorgusuzca gitmek durumundasın.Artık kendini onlara
teslim etmiş oluyorsun bir nevi farklılığından vazgeçiyorsun. Aslında lokomotifin iyi ise çok az
çaba ile bilgiyi sırrı erişimde kolaylıklar yaşayabilirsin birlikten güç doğar diye boşuna
dememişler.Cemaat içerisindeki güç birliğinden amaçlara ulaşmak çok daha kolay
olabilir.Burada önemli olan amaç ile lokomotifin hareket doğrultusunun paralelliği. Ama eğer
amaç ile lokomotifin yolu arasında sapma oluştuğu zaman işte o zaman iş tersine
dönüyor.Din inanç amaçlı kurulan bir cemaat ,tarikat eğer siyaset,ticaret gibi şeylere
yöneldiği zaman amaç ile yolun arasında tezatlıklar çıkmaya başlıyor.Kuruluş amacı ile
devamlılığının arasında farklılıklar oluşuyor.Üstüne üstük hala vitrine inancı koyarak
sağladığı imkanları başka alanlara kaydırdığı zaman iş çığrından çıkıyor,hatalar silsilesi art
arda gelmeye başlıyor. Tabi cemaatin bir üyesi olarak peşine takıldığın vagonların peşinden
sorgulamadan gitmeye devam edersen olacak kazada da hiç bir zaman lokomotif kaza yaptı
denmiyor tren kaza yaptı deniyor ve sen de artık o trenin bir parçasısın. Cemaat tarikat
piramite benzer,alttakilerin üstekinlerden haberi yoktur,ama üsttekiler gücünü alttakilerden
alırlar ve eğer sorgusuz tam teslimiyetcilikle cemaat müridini istiyorsa işte o fazlalığın
gücünü azda kullanabilmek içindir.
Dindarlığı vitrin yapmış bir cemaat nasıl olurda yandaşlarını kayırmacılık yapabilir, siyasette
,ticarette günlük yaşamda bu gücünü kullanabilirdi?Amaç dini eğitim vermek kişilerde inancı
,dini sağlam temellere oturtup yardımcı olmak ise bu tür faaliyetlerde nasıl bulunabilir? Sınav
sorularını çalmak,kendi adamlarını işlere kurumlara yerleştirmek ,yabancı devletlerin
kurumlarıyla işbirliği yapıp onların amaçlarına hizmet etmek ne demek? Ülkedeki siyasilerle
bürokrasi ile haşır neşir olmak ne demekti? Üstelik insanların en temiz dini duygularını
kullanarak tüm bu faaliyetleri yapmak en kötüsüydü.
Levent in kafasında birçok sorular dönüp duruyordu.Daha öncesinden aklına gelmeyen o
kadar şeyi sorgular olmuştu ki artık doğru dürüst uyku bile uyuyamaz olmuştu.Ülkesi canım
Türkiye,anadolu,ailesi gözlerinde tütüyordu.Hasret acısı gün geçtikce içini dağlar olmuştu.
Havasındann mı yoksa suyundan mı bilinmez Anadolunun o mistik kokusunu arar olmuştu.
Buralar maddiyatçı,anadolu ise maneviyat cıydı.Ezan sesini inanılmaz özlüyordu.Anadolu
Anadolu.
Sabah erkenden kalkıp bir gün önceden yazmış olduğu mektubu buzdolabının kapağına
bantla yapıştırıp evden çıktı.Yoldan geçen ilk taksiyi çevirip “sherbrooke street sekiz yüz”
dedi.Yarım saat sonra taksi sekiz yüz numaranın önünde durduğunda; Türk
başkonsolosluğunun önünde gözlerini dalgalanan ay yıldızlı bayraktan ayırmadan kapıdaki
Türk konsolosluk polisine
– İsmim Doçent Doktor Levent Aksak aranmam var, kendi irademle teslim oluyorum dedi.
SON